ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİ
BİLİYOR
MUSUNUZ?
Zor
zamanların zor yürekleriydi onlar. Ülkücü olmanın bedelinin ölüm olduğu bir çağda, çağları kıskandıranlardı.
Herkes kendi derdindeyken ülkelerinin kaygısını taşıyorlardı
ruhlarında. Ülküleri vardı, cihanı kuşatan! Genç iken ölüme gülümsediler
ve “İyi atlara
binip gittiler...”
İthaf
Ülkücü Hareket'in Şanlı Şehitlerine...
Vücudunun işlevlerinden eksilmeler olmuş onurlu gazilerine....
Ailelerimize...
İstikballerini Yusufiye bırakmış Yusuf Yüzlülere...
12 Eylül Öncesi ve 12 Eylül Sonrası. onursuz ve vahşi POLDER'in
( POLİS DERNEĞİ )
polislerince, darbe ve ihtilal hevesli Amerika'nın Çocukları sözde subay ve
askerlerce karakollar da C-5'lerde, Yusufiyelerde işkencelerden
geçirilen şerefli Ülkücülere... Darağacında şahadet
getiren dava öncüsü
9 fidana...
ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİMİZİ BİLİYOR
MUSUNUZ
OCAKLIYDILAR
Gözlerindeki inancı,
gönüllerindeki imanla birleştirip sevgi pınarından ülkü diyarına aktılar.
Yaşları on dört, on beş veya on dokuz idi; yaşları
küçüktü ama gönüllerindeki iman. ve tevekkül içerisinde cellatlarından helallik
dileyecek kadar ince bir ruha sahiptiler.
Allahsızların kızıl
kurşunlarıyla vurulup düştüklerinde, bir evin
kapısına gidip bir bardak su istediklerinde, uğruna can feda
ettikleri vatanlarının halkı onlara bir bardak suyu değil,
kapıyı açmayı dahi çok gördüğünde onlar bağırlarındaki kurşunlarla
hasbi ve vatanperverdiler.
Onlar idam
edilecekleri söylenildiğinde kendilerini unutup ana-babalarını
teselli edecek mektuplar bırakma derdindeydiler.
Onlar Mustafa
Pehlivanoğlu, Selçuk Duracak, Halil Esandağ,
Taner kalkancı idiler. Ülkücü şehitler idiler.
ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİMİZE
''Çoğu
Zaman Rüyama Girerler. Sanki Geçit Resmi Yapar Gibi Gözlerimin Önünden
Geçerler. Oruç Reis ile Kol kola Yürür Yusuf İmamoğlu,
Dursun Önkuzu, Süleyman Özmen, Erdem Arabacı, Ercüment Yahnici Ve Gün Sazak
Gibi Şehitler...
Uykularım Kaçar.
Kalkar Cenab-ı Hakka Sığınır, Ruhları İçin Dualar Okurum.Ercüment'im Gelir Aklıma Mezar Bile Dar
Gelmişti Yavruma, Mezara Sığmamıştı.
Onların Ruhları Bizim Varlığımızın Teminatıdır. Allah (c.c) Hepsinden
Razı Olsun, Mekânları Cennet Olsun.''
Başbuğ
Alparslan TÜRKEŞ
Her ülkücü okumalı.
Ülkücü olmayan ise ahde vefa için okumalı vatanı milletini seven TÜRK İSLAM
ÜLKÜSÜ’NÜN EFSANE ŞEHİTLERİ
HATRINA OKUSUN.
Ülkücüler, insanlık
âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını
uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli
bir bayrağın taşıyıcısıdır.
Sizlere kolay bir
basarî vaat etmiyorum. Kısa zamanda bir iktidar umanlar bizimle yola
çıkmasınlar. Yolumuz uzun ve çetindir. Bu yolda karşımıza
menfaat teklifleri, tehditleri ve daha bir yığın engel çıkacaktır.
Bu çetin yola dayanabilecekler, bizimle gelsinler. Cesur olanlar, kuvvetli
olanlar, gerçekken inananlar kafilemize katılsınlar. Başbuğ
TÜRKEŞ.
Ülkücü şehitleri
biliyor muydunuz?
Süleyman Özmen'e bir
bakın... Hala soydaşlarına ekmek taşıyor... Bir bakın
Önkuzu'ya; Türk çocuklarını toplamış etrafına,
"Ülkü"yü anlatıyor. Yusufla, Uytun omuz omuzalar. Yüksek bir taşın
ucunda, ufuktan gelecekleri gözlüyorlar... ve Velican... Hala intikam
soluyor...
Allah Tüm Şehitlerimize
Rahmet Eylesin Amin...
Ülkücü Olmak..
Ülkücü Kalmak... Sabır İster,
İman İster, İhlas İster.
Geleneği Yaşamak, Geleceği İnşa
Etmek İster. Töreye Bağlılık, Emirlere Riayet
İster. Büyüğe Saygı, Küçüğe Şefkat
İster. Ülke Gerçeklerine Vâkıf, Kendini Yetiştirmiş,
Türkiye'nin Onurlu Geleceği İçin Çalışıp,
Vatana Hizmet İster.. Ocağın Ateşinin
Yanması, Dumanının Tütmesi İçin Gönülleriyle Ateş,
Göz Kapaklarıyla Su Taşıyan, Davanın Tek Başına
İktidar Güneşini Sökeceğine
İnanan Yiğit ister...!!
Yetim çocuklarız biz aslında herkes hakkımızda bir şeyler düşünüyor. Biz Memleketi, Bayrağı, Milleti, Allah'ı düşünürken...
Ülkücü, Cenab-ı
Allah'ın nizamını yeryüzüne yaymayı gaye edinmiştir. Ílâyi
kelimetullah ve nizam-ı âlem davası uğruna malıyla, canıyla;
her şeyiyle mücadele etmeye söz vermiş
olandır.
Onlar, alnı ak, sevdâsı Hakk olan güzel insanlardı… Onlar, “Kevser akan, “Gül” kokan” kahramanlardı… Onlar, “Türk Dünyası”na sevdâlı gönüllerdi… Onlar, “Eylül’ün Kırdığı Gül”lerdi… Onlar, Türk’ün yürek sesiydi… Onlar, Türkiye’nin beşik kertmesiydi… Onlar, idealizmin son efsânesiydi… Onlar, Anadolu’nun alın teriydi… Onlar, “Bu Ülke”nin “yerli”leriydi… Onlar, bize “Eylül”den değil, “Ocak”tan yâdigârdı… Onlar, “Bizim çocuklardı.
12 Eylül İdaresinden
Darbecilerin Emirlerini yerine getiren Hakim ile Ülküdaşımızın
konuşması.
"Sanın adın
ne?"
"Biliyorsunuz
adımı. Bütün ülke biliyor. Ülkücü benim adım!. Ülkücü... Sanık değilim
ben! Siz susarken, gizlenirken bir köşede, meydanı bırakmışken
satılmışlara, ben vardım!
Ben kavga ediyordum.
Ben vuruşuyordum! Ama Suçuzum. Üzerime yıkmaya çalıştığınız
olayı ben yapmadım. orada bile değildim. Sizde
biliyorsunuz suçsuz olduğumu!"
"Karar
idam!"
"Ülkü uğrunda
gönüller delidir, Kişiler Ülkü Ugruna Ölmelidir." Atsız
Ülkücü olmak;
İstanbul üniversitesinin girişinde komünist devrimci uşaklarca yazılan "Muhammed'in pi.... Leri giremez" yazısının altından bazı din simsarı, tüccarı cemaatçiler gibi başını eğerek geçmek değil, o yazıyı Şehit olana kadar kanıyla silebilmektir!!
Ülkücü şehitleri biliyor muydunuz?
4 Ocak 1968 Ankara
Türk İslam davasının 22 yaşındaki ilk şehidinin
Ruhi KILIÇKIRAN’IN Ankara site yurdunun da iftiranı açtıktan sonra şehit
olduğunu biliyor muydunuz?
4 Ocak 1968 günü bir ramazan ayına denk
gelmiş idi..
İlahiyat
fakültesi öğrencisi,Osmaniye'li
Ruhi oruç'unu bozmak için ,site yurdunun kantinine girdi, suyunu içip bir-kaç
lokma yemiştiki,
Daha evvel hazırlanmış olan
komünist eşkiyalar,
tepesine çöktüler yalnız yakalamışlar idi, bir müddet evvel yurt başkanlığını kaybetmiş olan TİP'li Zülküf Şahin hıncını Ruhiden çıkartıyor,kendisinin ve kardeşinin silahından çıkan kurşunlarla, Ruhi KILIÇKIRAN
Yıl 1968 ,günlerden 4 Ocak ve ülkücü
hareketin şehitler
kervanının öncü Bozkurt şehidi oluyordu.....
ve arkası amansızca hep geldi,,..
ülkücü şehitlerimiz,şahsi
meseleleri için katledilmedi,onlar Büyük Türk milletinin geleceğinin sigortasıydılar,
Allah rızası için inandıkları yolda şehit oldular,,
UNUTMAYALIM UNUTTURMAYALIM...
Çünkü geçmişi olmayanların ,geleceğide olmaz....
Ankara soğuktur.
Yerler buz… Öğrenci kantininde yere serilir boylu boyunca
bu Ülkü Devi… Çukurova’nın Kürşad Yürekli yiğidi Ruhi KILIÇKIRAN
son nefesini vermektedir. Ağzından zor dökülür cümleler. Vatan der, Bayrak der, ve ardından Eşhedü Enla İlahe İllallah
ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhu Ve Rasuluhü….
Yerde bir cansız
beden… Ruhi KILIÇKIRAN Hakka yürümüştür. 4 Ocak 1968…
Bayrak olur
Kılıçkıran…
23 Mart 1970 tarihinde
Ankara Beşevler'de 22 yaşında Yüksek Öğretmen
Okulunda komünist militanlar tarafından şehit edilmiştir...
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi Süleyman
Özmen, Yüksek Öğretmen Okulunda komünist militanlar tarafından sıkıştırılarak, 72 saat mahsur bırakılan ülkücü
arkadaşlarına yardım edebilmek için ülküdaşlarıyla
birlikte Yüksek Öğretmen Okulu'na gelir. Mahsur kalan arkadaşlarına
ekmek götürmek ister. Sabaha karşı meydana gelen büyük
çatışmada kızıl silahlar kan kusar. Kurşunlar
Süleyman Özmen'e isabet edecek, kaldırıldığı Numune Hastanesinde
beş gün süren yaşam mücadelesinde,
omuriliğine saplanan kurşunun yaptığı
hasar neticesinde şahadet mertebesine ulaşmıştır..
25 Mart Salı akşamı
23:30 da İstanbul'a getirilen Süleyman Özmen'in tabutu
T.M.T.F.unda hazırlanan yere konmuş,
sabaha kadar komandolar başında nöbet tutmuşlar
ve Yüksek İslam Enstitüler tarafından Kur'an-ı Kerim
okunmuştur.
Öz menem! ... Öz menem! ... Onlar kabuk...öz
menem! .. Sen yelde savrulan kül..
Yüreklerde köz menem!
.. Ülkü uğruna şehid Men Süleyman
Özmen' em!
Vur Bozkurt' um! ! . Vur tilkiye... Vur.. kurtulsun Türkiye...
Sizi büyük ülküye Götürecek iz, menem! ...
Ülkü uğrunda şehid Men Süleyman Özmenem!
Sizi büyük ülküye Götürecek iz, menem! ...
Ülkü uğrunda şehid Men Süleyman Özmenem!
8 Haziran 1970
tarihinde İstanbul üniversitesi edebiyat fakültesinde şehit
edilen. Yusuf İMAMOĞLU’NUN yapılan otopsi
sonucu 36 saattir yemek yemediğini okulun arka bahçesinde bulunan ağaçların
altında son namazını kılan İmamoğlu’nun cebinden 35
kuruş çıktığını biliyor muydunuz?
"Yusuf İmamoğlu
Türk İslam davasının ne ilk, ne de son şehididir.
Aziz şehidimiz Yusuf İmamoğlu'nun
ve diğer şehitlerimizin hesabı bir gün
sorulacaktır." Başbuğ Türkeş
(8 Haziran 1970 Marmara Öğrenci Lokali)
"O, Türk
Milletinin ebediyete kadar intikal etmesi davasını savunan bir gençti. Davası uğrunda,
vatan ve millet yolunda şehit oldu. Bizim innaçlarımıza göre, o, en
yüksek mertebe olan şehitlik mertebesine ulaştı.
Dün benim bir Yusuf'um vardı. Bu gün hepiniz Yusuf'umsunuz. O, bu din için
millet için bu vatan için öldü. Ona kurşun sıkan ellere, ona
fırsat veren kafalara lanet olsun."
"HAYDİ YİĞİT,
HAYDİ YİNE AKINA,
ÜLKÜMÜZÜN CİHAN
VARSIN FARKINA"
ŞEHİT YUSUF İMAMOĞLU'NU
RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ.
Haydi yiğit!
Haydi yeni akına! Ülkümüzün cihan varsın farkına!
İmamoğlu
getir bu aşkı dile, Atıver kendini şu coşkun sele,
Kimbilir kaç yürek çarpar seninle, Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!
Kimbilir kaç yürek çarpar seninle, Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!
Yusuf İmamoğlu
23 Kasım 1970 yılında
Ülkücü Şehit Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’NUN
komünist militanlar tarafından ağır işkenceler
sonucu şehit düştüğünü
önkuzunun kırılmadık kemiği patlamadık yerinin kalmadığını
ve ağzından ciğerlerine bisiklet
pompasıyla hava verilerek ciğerlerininde patlatıldıktan sonra
okulun üçüncü katının penceresinden aşağıya
atıldığını biliyor muydunuz?
"Oğlum, Atatürk memleketi
siz gençliğe emanet etmişti. Sen, bu emanete
sahip çıktın ve bu yolda Türk milletinin baş düşmanı
moskoflar tarafından katledildin. 60 sene yaşayıpta esaret içinde
ölmektense yirmi yıl yaşayıp hürriyet içinde şehit
olmak daha iyidir..."
Abdullah Önkuzu Dursun
Önkuzu'nun babası.
“Dursun” milliyetçi olduğu için öldürülmüştür. Kinin
son haddine vardığı bir anda birisi, ötekine bir kurşun sıkarak veya bir hançer vurarak
öldürebilir. Bu da bir cinayet ve her cinayet gibi vahşet olmakla
beraber insana kendisini ve şuurunu kaybettiren bir öfkenin sonucu diye bakmak belki mümkün
olur. Fakat ancak Mao’nun Çin’indeki iki bin yıllık profesyonel işkence metotlarına
yaraşacak şekilde ciğerleri
pompa ile parçalayarak soğukkanlılıkla adam öldürmek, insanlığı değil, hayvanlığı ve
hayvanları bile utandıracak bir alçaklıktır.
Hüseyin Nihal ATSIZ
Dursun Önkuzu
"...Kan, alnından akıyor olmalıydı, kolunu kaldırıp silmek istedi, beceremedi, keskin bir acı duymuştu. Her şeyi hatırladı, bu odaya sürüklenişi, bir sürü gencin üzerine çullanışını... Halk Mahkemesi!...
"...Kan, alnından akıyor olmalıydı, kolunu kaldırıp silmek istedi, beceremedi, keskin bir acı duymuştu. Her şeyi hatırladı, bu odaya sürüklenişi, bir sürü gencin üzerine çullanışını... Halk Mahkemesi!...
"Mahkeme böyle mi
olur?... Ne konuşmamı, ne dememi bekliyorlardı acaba,
mahkeme... Halk Mahkemesi!... Kolumu kırmışlar besbelli
kıpırdatamıyorum işte."
Dönmek istedi.
Vücudunun hiçbir organı kendisine itaat etmiyordu artık, hepsi bir ayrı sızı
içindeydi. Dündar Bey geldi aklına;
Demişti.
Dursun, var gücü ile ona seslenmek istedi;
"Beni
öldürüyorlar ama sakın tasa etmeyin, ülkücülerin arasında ben neyim ki...
Denizde bir damla, sakın tasa etmeyin..."
Ağzını açmaya çalıştı, açtığını sandı, bağırdığını sandı, fakat sesi hiç çıkmadı. Yalnız birinin:
Ağzını açmaya çalıştı, açtığını sandı, bağırdığını sandı, fakat sesi hiç çıkmadı. Yalnız birinin:
- Konuşmak
istiyor galiba, baksana ağzını oynatıyor, dediğini
duydu.
Nanca kocaman bir
sesti bu, Dursun'un kulaklarını delip geçmiş, beynini parça
parçalıyordu.
- Dursun Önkuzu, niçin
Amerikalıların yeni işbirlikçilerindensin?...
"Bağıma
al elma verdikleri için olmalı, ya sen niçin Rusların yeni işbirlikçisisin?"
- Bırak Amerikan uşaklığını!
Dursun, söyle, Devlet'in yazıhanesinde neler oluyor, kimler geliyor oraya,
hocalardan kimler geliyor, ne yapıyorlar?
"Devlet'in
yapamadıklarını, Devlet'in yazıhanesinde yapıyorlar, aklı olan herkes geliyor,
memleket endişesi taşıyan her hoca geliyor!
Ya Türk Solu'nun, Aydınlık'ın yazıhanelerinde neler oluyor?..."
- Ülkü Ocaklarında
neler oluyor, konuş Dursun, vurmayacağız
bir daha, konuş... Sizin gençliği
kimler yönetiyor, ha, Türkeş mi, Sâdi mi? Ha?... Râmiz mi?... Başını
salla dursun...
"Ülkü ocaklarında
ülkü büyüyor, ya Dev-Genç'te ne oluyor?... Sizi kimler yönetiyor, Ruslar mı,
Çinliler mi?... Yoksa Amerika mı?..."
- Konuşmayacak
bu it oğlu, faşist komprador gebertin
gitsin.
Dursun kaldırılıp yere
çarpıldığını hissetti, acısı onca fazlaydı ki, yeni
bir şey duymadı. Birileri ağzını açmaya çalıştılar,
çenesi kilitlenmişti sanki, birden boğan
bir hava girdi ciğerlerine. Nefes almakta güçlük çekti.
Kulakları patlayacak gibi zonkluyordu, uçar gibi oldu.
- Geberir
artık..."
"... Aynı anda,
Mehmet'in gözü pencereye ilişti. Adnan'ı dürtüp işaret
etti. Hepsi gördüler. Hiçbir şey konuşmadan, Dursun'u
bacaklarından ve kollarından tutup, bir iki salladılar ve hız alıp, kapalı cama
doğru fırlattılar.
Kırılan camların şıngırtısı
Dursun'u bir an kendine getirdi, içinden Dündar Bey'e seslendi:
"Hem erenler
ölmez efendim, sûret değiştirirler!"
Son artık hiçbir şey görmedi, işitmesi, hissetmedi...
Son artık hiçbir şey görmedi, işitmesi, hissetmedi...
Dursun'un yaralı,
cansız bedeni, küçük bir kan gölünün ortasında, taşın
üstünde yatıyordu. Kalabalık derlendi
çevresine... Gittikçe büyüdü halka. Büyüdü... Büyüyor..."
Kuzular koç olacak
Toy, düğün, göç olacak
Bu yıl ki kuzuların
Adları “öç” olacak
Toy, düğün, göç olacak
Bu yıl ki kuzuların
Adları “öç” olacak
12 Eylül idaresinin haklarında verilen idam hükmünün uygulanması
sırasında yanlarında bulunan görevli imamın Selçuk DURACIK Halil ESENDAĞ için hiç
evliya gördünüz mü diyenlere evet Halil'le SELÇUK’U gördüm diyeceğini dediğini biliyor
muydunuz?
SELÇUK DURACIK, HALİL ESENDAĞ... Batı
Anadolu’nun yiğit Ülkücüleri... Buca Cezaevi’nde haysiyet ve vekarlarını korumak
için açlığı tercih edecek kadar şereflerine
düşkün, idamlarından önce emniyet işkencehanelerine
çekilecek kadar büyüktüler... Ey Manisa, sultanlar yetiştiren şehzadeler şehri
Manisa..! Evlatlarına kıyacağını bilsen, o devletlüleri koynunda
besler miydin?
Selçuk Duracık ve Halil Esendağ Ülkücü şehitlerimiz
aslında iki evliya ülkücü şehiti. İlahiyat da okurken vatanı milleti savunmaları darbecilerin zoruna
giderek ceza evine koyuluyorlar. İdam vakti yaklaştı idamdan
önce ikisi de ne kadar ölümle ilgili ayet var hadis var yazmışlar kıldıkları
kaza namazını yazmışlar. Koğuş sorumlusu soruyor Halil nasıl bir gecede asılmak istersin yağmurun hafif
yağdığı toprağa çiselediği bir vakit
toprağın kokusunu
hissettikten sonra asılmak isterim diyor.
Selçuk Duracığın yanına
ceza evi imamı geliyor teselli etmek için Selçuk Duracık imamı teselli ediyor.
Hocam biz kadere inanmışız diyor ve imam teselli ediyor. İki gün işkenceden
sonra Asıldıktan sonra hemen sonra ceza evi imamı bağırıyor siz
hiç evliya gördünüz mü siz hiç evliya gördünüz mü Halil Esendağ şehit oldu
diyor Yağmurun hafif çiteledigi bir an toprağın kokusunu hissettikten sonra şehit oldu
diyor. Eğer Halil gökten ateşlerin yağmasını isteseydi Cenab-ı ALLAH gökten ateşleri yağdırırdı.
Her yiğidin harcı
değildir idam
sehpasına koşarak kendi gidip imlegi kendi boynuna takmak. Sehpayı kendisi itip
asılmak istemiş ola ki ALLAH’A karşı intihar olur düşüncesiyle vazgeçip asılmasını beklemek her yiğidin harcı
mı diyor.
Halil Esendağın babası ceza evine mektup yolluyor arkadaşlarına
üzülmeyin diye Halil Esendağın annesi benim oğlum gerçekten şehit mi oldu yoksa pis bir siyasete kurban mı gitti diyor. O gece
rüyasında cenneti alayı görüyor kalabalık bir şekilde peygamber efendimizin
ashaplarını sahabelerini görüyor bayan sahabeler bir tarafta erkek sahabeler
bir tarafta Annesi soruyor bu kalabalık nedir neden toplandılar diyor. Birazdan
Halil Esendag ile Selçuk duracigin nikâhı var ALLAH'in resulü nikâhını kıyacak
Halil Esendağ ve Selçuk Duracik şehit oldu diyor hak katında şehittirler diyor.
Halil ESENDAĞ ( 5 Haziran 1983 )
Manisa'nın Saruhanlı kazasına bağlı Gözlet köyündendi. 21 yaşında olup
evliydi. Bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla polisler tarafından
yakalandı. Tutuklandıktan kısa bir süre sonra, 12 Eylül Mahkemeleri tarafından
mahkum edildi. 3 Haziran tarihinde, hakkındaki idam cezasını sabaha karşı infaz
edildiğine dair
Radyo ve TV.'den yayın yapılmasına rağmen, polisler tarafından
cezaevinden alınıp Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Burada,
"itiraf" etmesi için iki gün boyunca akıl almaz işkenceler
yapıldı ve 5 Haziran günü Buca Cezaevi'ne geri getirilip, sabahın ilk
saatlerinde asılarak şehit edildi.
Selçuk Duracık
Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olup 22 yaşındaydı.
Ailece, Manisa'nın Turgutlu ilçesinde oturuyor, seyyar satıcılık yapıyordu.
Polisler tarafından arandığını öğrenince kendiliğinden giderek emniyete teslim olmuş fakat, yargılandığı 12 Eylül
adaleti dağıtan İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. 5
Haziran 1983'de Buca Kapalı Cezaevi'nde sabaha karşı asılarak şehit
edildi.
Halil Esendağ ile yine aynı akibeti paylaşan dava arkadaşı Selçuk Duracık’ın idamlarında bulunan Abdullah Hoca anlatıyor:
“Ne mutlu onlara... Allah’ın izniyle onlar şehittir... Her hareketlerine şahit oldum. Ruhlarını nasıl teslim ettiklerine şahit oldum. Tekbir getirerek, Kelime-i şehadet getirerek ölüme yürüdüler. Bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip, ‘Hocam, bir nikahımız var. Nikah kıymaya gelir misin?’ dediler. Otomobillerine binip Buca Cezaevi’nin önüne gelmiştik. Her taraf asker doluydu. Cezaevinin kapısından girince, infaz yapılacağını anladım. İnfaz heyetinin bulunduğu salona götürüldüm. Savcılar, hakimler, komutanlar, doktorlar, infaz görevlileri oradaydı. Orada bulunanların bir kısmı, heyecanlı bir telaş içindeyken, bir kısmı da üzüntülüydü.
Taş gibiyiz.
Bir müddet sonra, görevliler elleri arkadan kelepçeli olan iki genci getirdiler. Üzerilerinde ayak bileklerine kadar uzanan kolsuz beyaz bir giysi, başlarında beyaz namaz takkesi, ayaklarında beyaz çorap ve terlik vardı. ‘Selamün Aleyküm’ diyerek içeri girmişlerdi. O an çok şaşırmıştım. Onları sanki çok eskiden beri tanıyordum... Orada bulunanların çoğu onlarla helalleşti. Hücrelerinde yazdıkları vasiyet mektuplarını İnfaz Savcılığı’na teslim ettiler. Heyet huzurunda doktor, ‘Sağlık şikayetiniz var mı’ diye sorduğunda ikisi de, ‘Elhamdülilah taş gibiyiz. Hiç bir şikayetimiz yok’ dediler. Son arzuları sorulduğunda ikisi de cenazelerinin ailelerine teslim edilmesini istemişti. Telkinde bulunmak için yanlarındayken bana çok saygılı davrandılar. Gözleri parlıyordu.
Kendilerine, ‘Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahiret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara’ dediğimde gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu. ‘Az sonra Allaha kavuşacaksınız’ dedim. ‘Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza söyleyin, ölümümüze üzülmesinler’ demişlerdi. İkişer rekat namaz kıldılar. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum... Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki... Az sonra görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıktık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi. Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzara vardı... Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum... Altmışı geçmiş yaşımda, dünyadan alacağım fazla bir lezzet de kalmadığı halde, çok korkmuştum... Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissediyordum. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi...
Tebessümle başını salladı.
İnfaza önce Selçuk’tan başlandı. Selçuk’un yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik. ‘Allah’a gidiyorsun Selçuk!’ demiştim. Tebessümle başını salladı... Tekbir getiriyordu. Sehpanın altındaki tabureye çıktı. Cellat, boynuna urganı geçirirken, Selçuk, Cellat’a bir şeyler söyleyince cellat, bir an durakladı. Selçuk, sürekli Kelime-i şehadet getiriyordu. Cellat, tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, Savcı askerlerin de yardımıyla, Selçuk’un boynundan urganı çıkardı... Selçuk’u bir masaya yatırdılar. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okudum... Daha sonra Halil’i getirdiler. Onun da boynuna yafta takılmıştı.
Kıbleye bakar halde
Ona da, ‘Halil, Allah’a gidiyorsun’ dedim. O da, tebessümle başını sallayarak, ‘Biliyorum Hocam!’ diye karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da cellata bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şehadet getirirken cellat tabureyi ayağının altından çekti. Halil de Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde ruhunu teslim etti. Halil’in de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu... Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum. Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir mü’minin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in, cellata ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan cellatın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un, ne söylediğini sorduğumda, ‘Ben böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise (Hakkını helal et) dediler sözleriyle içini çekiyordu.”
ALLAH TÜM ŞEHİTLERİMİZDEN RAZI OLSUN ALLAH RAHMET EYLESİN...
Gaziantep’te
sağ görüşlülerin öldürülmesinin intikamını almak için, sigara alma
bahanesiyle girdiği sol görüşlü bakkal sahibini 22 Mayıs 1979’da öldürme iddiasıyla idam
cezasına çarptırılan Ahmet Kerse, 1980 yılı Şubat ayında
Kilis’te yakalanarak gözaltına alındı. Çıkarıldığı 12 Eylül
mahkemelerinde, bütün şahitlerin, aleyhine ifade vermeleri neticesi tutuklandığı bir
yargılamadan sonra, 8 Temmuz 1981 tarihinde idam cezasına mahkum edildi. 31
Ocak 1983’te infaz edildi. Adana 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nin verdiği karar,
askeri yargıtayca onaylanınca infaz; Gaziantep Cezaevi’nde gerçekleştirildi. İnfaz, onay
kararının Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayınlandığı 28 Ocak
gününden bir buçuk gün sonra gerçekleştirildi. 25
yaşında idam edilen Gaziantepli Ahmet Kerse, ODTÜ’nün Gaziantep Eğitim
Enstitüsü 1. sınıf öğrencisiydi.
Uykudan uyandırıldı.
İdam cezasına çarptırılması üzerine ölüme mahkum edilen diğer sanıklar gibi ayrı bir hücrede tutulan Ahmet Kerse, asılarak infaz edilmek için 31 Ocak 1983 günü saat 03.30’da hücresinden alındı. Hücre dışına çıkartılan Kerse’nin ’uykudan uyandırılmış olması nedeniyle bir mahmurluğunun mevcut olduğu, ilk önce bir irkilme görüldüğü’belirtilen infaz tutanağında, kısa bir süre sonra da heyecan ve tedirginliğin göze çarpmadığının tespit edildiği ifade edildi. Tutanaklara göre Ahmet Kerse, hükmün infaz edileceği yere çok yakın koridorda, daha önceden hazırlanan masa başına oturtuldu ve hakkındaki idam kararının onaylanıp, infazının Resmi Gazete’de yayımlandığı bildirildi.
İnfaz günü görüşmeci masası alınmış
İnfaz tutanağına göre, Kerse ‘Ben gecenin bu saatinde kaldırılıp buraya getirilmemin nedenini ilk başta, yani uyandırıldığım anda hissettim. Keza; bir gün öncesinden, yani sabahleyin hücrenin bulunduğu kısımdaki eşyaların alınmasından dolayı hissettim. Bu saatte uykudan uyandırılınca vaktin geldiğini anladım’ dedi.
Kerse’nin, konuşması sırasında heyecan ve direnmeye yönelik bir reaksiyon göstermediği yazılan tutanakta, yüz mimiklerinde bir değişikliğin olmadığı da, kayıt altına alındı.
Son mektubu ailesine verildi.
Ahmet Kerse’ye ’son arzusu’nun olup olmadığı ve mümkün olan arzularının yerine getirileceğinin bildirilmesi üzerine babasına mektup yazmak istediği belirtilen tutanakta, iki sayfalık mektubun, incelenmek üzere Gaziantep Cumhuriyet Savcılığı’nca alıkonulduğu yazıldı. Ancak ‘Gözlemci’, mektubun daha sonra ailesine verildiği bilgisini aldığını söyledi.
İstemi üzerine getirilen din görevlisiyle selamlaşıp, görüşen Kerse, tutanaklara geçen son sohbetinde “Dini vecibelerimi yerine getirmek istiyorum. Ancak; uykudan yeni kalktığım için, abdestim yoktur. Abdest aldıktan sonra bu işe başlamak istiyorum” dedi.
İdama giderken “devlete zeval gelmesin” dedi
Din görevlisinin ‘Allah hiçbir kulunu merhametinden ve şefkatinden yoksun bırakmasın’ sözünü tekrar ettiği belirtilen Kerse’nin, dini vecibesini ‘Allah, devlete ve millete zeval vermesin’ sözüyle tamamlandığı anlatılan tutanakta, Kerse’nin “Son olarak arkadaşlarım, cezaevi personeli namına cezaevi müdürü ve cezaevi başgardiyanı ile vedalaşmak, helalleşmek istiyorum” dediği, isteminin de yerine getirildiği yazıldı.
Veda amellerin hitamı sonunda sanki ‘buyurun gidelim’ dercesine bir hava ve duruma girdiği müşahade edildi, akabinde kollarını arkaya alarak en ufak bir direniş dahi göstermeden kelepçelerinin takılmasını bekledi. Kelepçeler takılarak ölüm cezasının, asılacağı sehpanın yerine getirileceği kısma hareket edilerek sehpaya saat 04.13’de çıkarılarak, ip boynuna geçirildi. Hükümlü son söz olarak duasını yapacağını belirtmesi karşısında kendisine duasını yapması için müsaade edildi. Hükümlü ‘Allahu Ekber’ sözcüğünü üç defa tekrarladıktan sonra, dini inançlara göre duasını tamamlamasına müteakip cellat tarafından sandalyesi alınmak suretiyle asıldı. Ceset 20 dakika ipte asılı kaldığı süre içerisinde doktor tarafından muayenesi yapıldı, öldüğü tespit edildikten sonra saat 04.33’de ceset yere indirildi. Hükümlünün asılmasını müteakip cesedin evvela bir gerilim akabinde kasılmayla birlikte ayaklarının hafif açılmasıyla dizden itibaren yukarıya doğru çekme meydana geldi. Ölümü müteakip diz bağlarının gevşeyerek ayaklarının dizden itibaren sarktığı, ağızdan sıvı mayinin geldiği tespit edildi.
Son mektubu babasına yazdı: Belki son satırlarım olacak
“Rahman ve rahim olan yüce Allah’ın adıyla” diye başladığı son mektubunda babasına seslenen Ahmet Kerse,”... Değerli babacığım, sana bu mektup belki son mektubum, son satırlarım olacak. Birgün hepimizin çıkacağı o ilahi huzura çıkacağız. Ölüm her kula borçtur. Ancak yüce Allah hayırlı ölüm ve imanla gitmek nasip etsin. Size son sözüm ‘benim ölümüm ancak ve ancak Allah rızası için, vatanımın ve milletimin, devletin yok edilmek istendiği bir zamanda, sahipsiz iken sahip çıkmak ve Allah rızasına kavuşmaktır. Şunu herkes bilsin. Ölümümden kimseyi sorumlu tutmayın. Kimseye kırgın ve dargın değilim. Beni seven, soran herkes hakkını helal etsin. Yüce Allah bize şöyle buyurur: Andolsun ki sizi can, mal, evlat ve sabırla imtihan edeceğim’... Muhterem babacığım. Başka yazacak bir şey bulamıyorum. Zaten dünya adına konuşma ve yazma ‘fitne doğurur’. Benim amacım Türkiye’mde fitne, küfür, kızıl emperyalizmin oyunlarını bozmak. Şu cennet vatanı ikinci bir Afganistan gibi kale yaptırmamak içindi. Şimdi Allah ve onun kutlu yolcularına teslim ediyorum. İsim yazmaya gücüm yok. Tüm aile fertlerine, anama, akrabalarıma, soranlara ayrı duygularla selam eder, Allah’tan rahmet ve hidayet dilerim. Esselamün aleyküm ve rahmetüllah ve berekatuhu.”
Oğlun Ahmet Kerse
Çorum’un Alaca kazasından olup 32 yaşındaydı. Ankara Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Ankara’da cereyan eden bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştı. Yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde “idam”ına karar verildi. 27 Mart günü, sabahın ilk saatlerinde Mamak Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
İdam hücresi
Askerler, Fikri Arıkan’ı kaldığı hücreden alıp, “idam hücresine” götürdüler. Son arzusu arkadaşları ile helalleşmekti. Hücreleri tek tek gezip, “Hakkınızı helal edin. Bana bir fatiha okuyun, yeter” dedi. İdam edildiği gün tutukluların yanına giden askerler, “sakindi” dediler: Soğukkanlı davrandı. Kendisine “Bir isteğin var mı?” diye sorulduğunda “Vatan sağolsun” cevabını verdi. Mamak Askeri Cezaevi’nde hücreler tıka basa dolmuştu. 5 metrekarelik, içinde tuvalet ve banyo bulunan 2 kişilik hücrelerde 4’er kişi kalıyordu. Üstelik, bu ufacık mekanlarda geçmişte birbirlerine kurşun sıkan insanlar birlikte yaşıyorlardı. Askeri yönetim, kendince “Karıştır, barıştır” metodu uyguluyordu! Bu hücrelerde kalanlardan biri de Topraklık’taki “Çuval cinayeti” sanıklarından Fikri Arıkan’dı. Hücresi, A Blok, Tecrit 2 Arka Bölüm 9 numarada bulunuyordu. İdam cezasına çarptırılmış, infaz gününü bekliyordu.Meclis’te onaylandı.
Beklenen oldu. Arıkan’ın idam cezası Meclis’te onaylandı. Onay yazısı da Mamak Askeri Cezaevi’ne ulaştı.
Askerler, Fikri’yi kaldığı hücreden almak için geldiler.
İdam hücresine götürülecekti.
Mamak’taki “idam hücreleri” tek kişilikti. İçinde elektriği yoktu. Hükümlünün intihar etmesini önlemek için gerekli her türlü tedbir alınmıştı. Bu hücrelerin bütün duvarları deri ile kaplıydı.
Askerler, “gidiyoruz” dediler
Fikri, idama gittiğini anlamıştı. “Olur” cevabını verdi:
- Biliyorum, beni idam edeceksiniz. Ancak, izin verin de arkadaşlarımla son olarak görüşeyim. Onlarla helalleşelim, daha sonra gidelim. Askerler, bu talebi kabul ettiler. Fikri Arıkan, bütün hücreleri tek tek gezdi. Arkadaşlarının elini sıktı. Onlardan da haklarını helal etmelerini istedi. Fikri Arıkan, idama giderken bütün Ülkücüler demir parmaklıklara yapışmıştı. Buğulu gözlerle, O’nun koridordan çıkışını izlediler. Fikri, o geceyi “idam hücresinde” geçirdi...
27 Mart 1982’de idam edildi
Askeri yönetim, idam cezalarının infazında alabildiğine ısrarlıydı. Nitekim, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, 3 Ekim 1984’te Muş’ta yaptığı bir konuşmada “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” diyordu. O’nun bu sözleri sağda olsun, solda olsun bütün gençlerin belleklerinde yer etti.
-Ben yapmadım bu olayı şahit olun, fakat bunu korkudan söylemiyorum darağacı da bana vız gelir, diyordu...
İdama gidene kadar hep masum olduğunu söyledi . Aramızda ki bir iki evli arkadaştan biriydi ve hepsi birbirine yakın yaşlarda beş-altı çocuğu vardı... O gün ailesiyle açık görüş yaptırdı Cezaevi Komutanı Albay Halit Katay...
Gardiyanlardan dinledim... 20 Ağustos 1981 Perşembe günü şafak vakti Paşakapısı Cezaevinde sehpaya çıkarıldığında ;
-Beni bu cellada değil bari bir askere bırakında, sandelyeyi o çeksin derken, orada hazır bulunan zevat buna müsade etmemiş, İsmet Şahin de kendine yakışanı yapmıştı. İpi boynuna takmışlar ama sehpada ayaklarının altında ki sandelyeye tekmeyi o vurmuştu...
Yusuf Ziya Arpacık
* * * * * * * * *
İsmet Şahin ve kardeşi Ömer Şahin ile maltepe cezaevinde tanıştım.
Şimdi Kardeşi maslak ta bulunan ayazağa mahallesinde.. ya oğlu, her gördüğümde sanki İsmet şahin i görür gibiyim..Unutmak İhanettir..
Lütfen bugün şehidimizin kardeşi ömer Şahin i tel den de olsa arayalım.
Tel: 0532 442 61 92 (Ömer şahin)
Yusufiyeli Cengiz Akyıldız.
Soluk bir resimde mahzun bir
tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı.
Kaynakça :Destanlaşan Ülkücü Hareket “Şehitler Ölmez”
Onlar Diridirler - Remzi Çayır
Güllerin solduğu Gün - Ahmet Haldun Terzioğlu
12 Eylül’den Anılar, Mektuplar ve belgeler O Yıllar - Yaşar Okuyan
Mektup orijinalleri ve fotoğraflar - Araştırmacı Yazar Metin Turhan
Yusufiye.net
Harekat Saati Kürşat https://www.facebook.com/hareketsaati
RADYO BOZKURTLAR FM
Halil Esendağ ile yine aynı akibeti paylaşan dava arkadaşı Selçuk Duracık’ın idamlarında bulunan Abdullah Hoca anlatıyor:
“Ne mutlu onlara... Allah’ın izniyle onlar şehittir... Her hareketlerine şahit oldum. Ruhlarını nasıl teslim ettiklerine şahit oldum. Tekbir getirerek, Kelime-i şehadet getirerek ölüme yürüdüler. Bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip, ‘Hocam, bir nikahımız var. Nikah kıymaya gelir misin?’ dediler. Otomobillerine binip Buca Cezaevi’nin önüne gelmiştik. Her taraf asker doluydu. Cezaevinin kapısından girince, infaz yapılacağını anladım. İnfaz heyetinin bulunduğu salona götürüldüm. Savcılar, hakimler, komutanlar, doktorlar, infaz görevlileri oradaydı. Orada bulunanların bir kısmı, heyecanlı bir telaş içindeyken, bir kısmı da üzüntülüydü.
Taş gibiyiz.
Bir müddet sonra, görevliler elleri arkadan kelepçeli olan iki genci getirdiler. Üzerilerinde ayak bileklerine kadar uzanan kolsuz beyaz bir giysi, başlarında beyaz namaz takkesi, ayaklarında beyaz çorap ve terlik vardı. ‘Selamün Aleyküm’ diyerek içeri girmişlerdi. O an çok şaşırmıştım. Onları sanki çok eskiden beri tanıyordum... Orada bulunanların çoğu onlarla helalleşti. Hücrelerinde yazdıkları vasiyet mektuplarını İnfaz Savcılığı’na teslim ettiler. Heyet huzurunda doktor, ‘Sağlık şikayetiniz var mı’ diye sorduğunda ikisi de, ‘Elhamdülilah taş gibiyiz. Hiç bir şikayetimiz yok’ dediler. Son arzuları sorulduğunda ikisi de cenazelerinin ailelerine teslim edilmesini istemişti. Telkinde bulunmak için yanlarındayken bana çok saygılı davrandılar. Gözleri parlıyordu.
Kendilerine, ‘Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahiret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara’ dediğimde gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu. ‘Az sonra Allaha kavuşacaksınız’ dedim. ‘Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza söyleyin, ölümümüze üzülmesinler’ demişlerdi. İkişer rekat namaz kıldılar. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum... Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki... Az sonra görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıktık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi. Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzara vardı... Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum... Altmışı geçmiş yaşımda, dünyadan alacağım fazla bir lezzet de kalmadığı halde, çok korkmuştum... Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissediyordum. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi...
Tebessümle başını salladı.
İnfaza önce Selçuk’tan başlandı. Selçuk’un yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik. ‘Allah’a gidiyorsun Selçuk!’ demiştim. Tebessümle başını salladı... Tekbir getiriyordu. Sehpanın altındaki tabureye çıktı. Cellat, boynuna urganı geçirirken, Selçuk, Cellat’a bir şeyler söyleyince cellat, bir an durakladı. Selçuk, sürekli Kelime-i şehadet getiriyordu. Cellat, tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, Savcı askerlerin de yardımıyla, Selçuk’un boynundan urganı çıkardı... Selçuk’u bir masaya yatırdılar. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okudum... Daha sonra Halil’i getirdiler. Onun da boynuna yafta takılmıştı.
Kıbleye bakar halde
Ona da, ‘Halil, Allah’a gidiyorsun’ dedim. O da, tebessümle başını sallayarak, ‘Biliyorum Hocam!’ diye karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da cellata bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şehadet getirirken cellat tabureyi ayağının altından çekti. Halil de Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde ruhunu teslim etti. Halil’in de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu... Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum. Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir mü’minin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in, cellata ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan cellatın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un, ne söylediğini sorduğumda, ‘Ben böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise (Hakkını helal et) dediler sözleriyle içini çekiyordu.”
Ülkücü harekette şehit olan hepsi ilim seviyesinde yüksek kişilerdi hiç
biri imanından vatan millet sevgisinden taviz vermedi. Hepside ALLAH katında şehittirler.
12 Eylül idaresi
tarafından idam edilen Mustafa PEHLİVANOĞLU’NUN son mektubunda. “Şunu hiçbir zaman unutmasınlar ki, Mustafalar ölür
Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır zafer daima Allah’a
inanlarındır.” Dediğini biliyor muydunuz?
7 Ekim 1980... İşte zulmün kanlı elleri tarafından
boğazlanan ilk şehit : MUSTAFA PEHLİVANOĞLU... “Allahu
Ekber.! Allahu Ekber.!” Yiğit Mustafa, idam sehpasına yürürken
imanının olan gücüyle Hakk’ı haykırıyor, gördüğü bütün işkence ve
eziyetlere rağmen eğilmemek ve yıkılmamak için başı dik
vaziyette Allah’ın nasip ettiği şehadet şerbetini
içmek üzere zalimlere karşı mağrur bir tavırla ilerliyordu.
Balgat semtindeki kahvehane taramalarında beş kişinin
ölümüne sebep olmakla suçlanıp , 12 Eylül 1980 askerî darbesinden önce yapılan
yargılama sonunda idam cezasına çarptırılmıştı.
Yatmakta olduğu ve çok sıkı korunan Mamak Askeri Cezaevi’nden kaçtı ancak 18 Ağustos
1980’de Kütahya’da yakalandı. 7 Ekim 1980’de 22 yaşındayken
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde idam hükmü infaz edildi. Pehlivanoğlu, Ankara
Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi. Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme
süresi boyunca polis ifadesinin işkence
zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia
etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hakimi Ali Fahir Kayacan,
daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu’nun
asılan solcu Necdet Adalı’ya denge olsun diye idam edildiğini
belirtti. Ailesi, idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete
geldiklerinde öğrenebildi.
Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve
suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin.
Ben sizlerin bir
evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakkın ve Onun Resulünün, Yüce
Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an
önce Allah'ın huzuruna çıkacağım.
Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah'ın huzurunda
çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme
karar verenler, idam edenler Allah'tan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür,
Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah'a
inananlarındır.
Bunun için hiç
üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır.
Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize
helal olsun, siz de helal edin.
Son olarak, abime,
yengeme, yiyenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah'ın mutlu bir
yuva kurması-için ona yardımcı olmasını dilerim.
Oğlunuz Mustafa
Musta Pehlivanoğlu
Şehit Ülküdaşımız.
Başını göğe doğru kaldırdı. Yıldızları göremedi gecenin karalığında. Derin bir nefes aldı. Ankara'nın o bildik,
tanıdık kokusu geldi burnuna. Bir an için geçmişti
düşündü. Yaşadıklarını...
"Allahu Ekber!"
diyerek tekbir getirdi yüksek sesle "Allahu Ekber! Allahu Ekber!..."
Yürüdü sert
adımlarla tekbir getirerek. Kollarından
tutup önce masaya sonra iskemleye çıkardı askerler.
" Sağ olun gardaşlar! Zahmet oldu!
Hakkınızı halal edin!" dedi... Gördüklerine inanamayan cellada baktı. Bir
önceki infazda, çok farklı bir şeylere tanık olan
adam, titriyordu.
Gözleriye işaret verdi ona.
"Hadi! Ne
bekliyorsun?" der gibi. Kıbleye çevirdi yüzünü. Cellat boynuna taktı ilmeği. Bu sırada karşısında infaz karaı
okundu. Artık zamanı geldiğini biliyordu. Tekrar
son arzusunu olup olmadığını sordular.
"Rabbim bu
milleti korusun! Devletime zeval vermesin!" Dedikten sonra " Hazırım!
La ilahe illahlah Muham...."
Cellat iskemleye
tekmeyi vurmuştu. Bir anda boşluğa düştü. Sesi kesildi.
Yer Titredi! Gök
Titredi! Bir ses karşışık verdi ona....
"Allahu Ekber!
Allahu Ekber! Allahu Ekber!"
Cennetin kapıları
açıldı sonuna dek. Melekler hazır ola geçti.
"Şehidimiz var! Bir Şehit
geliyor! Müjdeler olsun!"
Gökte Bir yıldız
kaydı...
Ruhu havalandı
yükseldi ait olduğu yere doğru. Aşağlarda onun hareketsiz
vücuduna bakanlara seslendi neşe işinde...
"Siz beni öldü
sanıyorsunuz gafiller! Şehitler ölmez!"
Gece sabaha yaklaşırken
Bir Ülkücü ŞEhadet şerbetini içiyordu.
Alemler ona selam
duruyordu.
Ankara uyuyordu.
Ülkücü Şehidimiz “Ahmet KERSE” Rahmetle Anıyoruz..
AHMET KERSE, suçlu değildin ama zat-ı
şahanelerin denge politikası için bir kurban aranıyordu.. Sen
seçildin... Bıçak gibi kesen bir soğuğun hakim
olduğu alaca karanlık bir Gaziantep sabahında “kelime-i şehadet”lerle
gerçek sevgiliye kavuştun. “O’ndan geldik, O’na dönücüleriz”
Uykudan uyandırıldı.
İdam cezasına çarptırılması üzerine ölüme mahkum edilen diğer sanıklar gibi ayrı bir hücrede tutulan Ahmet Kerse, asılarak infaz edilmek için 31 Ocak 1983 günü saat 03.30’da hücresinden alındı. Hücre dışına çıkartılan Kerse’nin ’uykudan uyandırılmış olması nedeniyle bir mahmurluğunun mevcut olduğu, ilk önce bir irkilme görüldüğü’belirtilen infaz tutanağında, kısa bir süre sonra da heyecan ve tedirginliğin göze çarpmadığının tespit edildiği ifade edildi. Tutanaklara göre Ahmet Kerse, hükmün infaz edileceği yere çok yakın koridorda, daha önceden hazırlanan masa başına oturtuldu ve hakkındaki idam kararının onaylanıp, infazının Resmi Gazete’de yayımlandığı bildirildi.
İnfaz günü görüşmeci masası alınmış
İnfaz tutanağına göre, Kerse ‘Ben gecenin bu saatinde kaldırılıp buraya getirilmemin nedenini ilk başta, yani uyandırıldığım anda hissettim. Keza; bir gün öncesinden, yani sabahleyin hücrenin bulunduğu kısımdaki eşyaların alınmasından dolayı hissettim. Bu saatte uykudan uyandırılınca vaktin geldiğini anladım’ dedi.
Kerse’nin, konuşması sırasında heyecan ve direnmeye yönelik bir reaksiyon göstermediği yazılan tutanakta, yüz mimiklerinde bir değişikliğin olmadığı da, kayıt altına alındı.
Son mektubu ailesine verildi.
Ahmet Kerse’ye ’son arzusu’nun olup olmadığı ve mümkün olan arzularının yerine getirileceğinin bildirilmesi üzerine babasına mektup yazmak istediği belirtilen tutanakta, iki sayfalık mektubun, incelenmek üzere Gaziantep Cumhuriyet Savcılığı’nca alıkonulduğu yazıldı. Ancak ‘Gözlemci’, mektubun daha sonra ailesine verildiği bilgisini aldığını söyledi.
İstemi üzerine getirilen din görevlisiyle selamlaşıp, görüşen Kerse, tutanaklara geçen son sohbetinde “Dini vecibelerimi yerine getirmek istiyorum. Ancak; uykudan yeni kalktığım için, abdestim yoktur. Abdest aldıktan sonra bu işe başlamak istiyorum” dedi.
İdama giderken “devlete zeval gelmesin” dedi
Din görevlisinin ‘Allah hiçbir kulunu merhametinden ve şefkatinden yoksun bırakmasın’ sözünü tekrar ettiği belirtilen Kerse’nin, dini vecibesini ‘Allah, devlete ve millete zeval vermesin’ sözüyle tamamlandığı anlatılan tutanakta, Kerse’nin “Son olarak arkadaşlarım, cezaevi personeli namına cezaevi müdürü ve cezaevi başgardiyanı ile vedalaşmak, helalleşmek istiyorum” dediği, isteminin de yerine getirildiği yazıldı.
Veda amellerin hitamı sonunda sanki ‘buyurun gidelim’ dercesine bir hava ve duruma girdiği müşahade edildi, akabinde kollarını arkaya alarak en ufak bir direniş dahi göstermeden kelepçelerinin takılmasını bekledi. Kelepçeler takılarak ölüm cezasının, asılacağı sehpanın yerine getirileceği kısma hareket edilerek sehpaya saat 04.13’de çıkarılarak, ip boynuna geçirildi. Hükümlü son söz olarak duasını yapacağını belirtmesi karşısında kendisine duasını yapması için müsaade edildi. Hükümlü ‘Allahu Ekber’ sözcüğünü üç defa tekrarladıktan sonra, dini inançlara göre duasını tamamlamasına müteakip cellat tarafından sandalyesi alınmak suretiyle asıldı. Ceset 20 dakika ipte asılı kaldığı süre içerisinde doktor tarafından muayenesi yapıldı, öldüğü tespit edildikten sonra saat 04.33’de ceset yere indirildi. Hükümlünün asılmasını müteakip cesedin evvela bir gerilim akabinde kasılmayla birlikte ayaklarının hafif açılmasıyla dizden itibaren yukarıya doğru çekme meydana geldi. Ölümü müteakip diz bağlarının gevşeyerek ayaklarının dizden itibaren sarktığı, ağızdan sıvı mayinin geldiği tespit edildi.
Son mektubu babasına yazdı: Belki son satırlarım olacak
“Rahman ve rahim olan yüce Allah’ın adıyla” diye başladığı son mektubunda babasına seslenen Ahmet Kerse,”... Değerli babacığım, sana bu mektup belki son mektubum, son satırlarım olacak. Birgün hepimizin çıkacağı o ilahi huzura çıkacağız. Ölüm her kula borçtur. Ancak yüce Allah hayırlı ölüm ve imanla gitmek nasip etsin. Size son sözüm ‘benim ölümüm ancak ve ancak Allah rızası için, vatanımın ve milletimin, devletin yok edilmek istendiği bir zamanda, sahipsiz iken sahip çıkmak ve Allah rızasına kavuşmaktır. Şunu herkes bilsin. Ölümümden kimseyi sorumlu tutmayın. Kimseye kırgın ve dargın değilim. Beni seven, soran herkes hakkını helal etsin. Yüce Allah bize şöyle buyurur: Andolsun ki sizi can, mal, evlat ve sabırla imtihan edeceğim’... Muhterem babacığım. Başka yazacak bir şey bulamıyorum. Zaten dünya adına konuşma ve yazma ‘fitne doğurur’. Benim amacım Türkiye’mde fitne, küfür, kızıl emperyalizmin oyunlarını bozmak. Şu cennet vatanı ikinci bir Afganistan gibi kale yaptırmamak içindi. Şimdi Allah ve onun kutlu yolcularına teslim ediyorum. İsim yazmaya gücüm yok. Tüm aile fertlerine, anama, akrabalarıma, soranlara ayrı duygularla selam eder, Allah’tan rahmet ve hidayet dilerim. Esselamün aleyküm ve rahmetüllah ve berekatuhu.”
Oğlun Ahmet Kerse
Unutmak Tükenmektir!..
Şehidimize Allah'tan Rahmet Diliyor, Ruhu ŞAD Mekânı Cennet Olsun.
FİKRi ARIKAN Bir isteğin var mı?
Vatan sağolsun
Soğuk bir Mart sabahı acılar içinde ipe çekildi, FİKRİ ARIKAN... Aylardır bekletildiği ölüm
hücresinden bir gece sabaha karşı alındığında ağızını açıp
da cellatlarına bir tek kelime bile söylemeye tenezzül etmedi. Hakk’ın çizdiği hayat
yoluna tevekkül ederek O’na yürüdü...
Ülkücü Şehit Fikri Arıkan'ın babası Ümmet Arıkan anlatıyor ;
İdam edilmeden önce ziyaretine gittim.Yanımda
kızım vardı.Ağlıyorum durmadan,kendimde değilim.Canım da yanıyor,kolay mı ? Bana kızdı : "
Allah için ölmek güzel baba ,metin ol " dedi.Teselli verdi yavrum bana
.Bacısına da öğüt verdi :"Sen sen ol başını sakın açma, namazını kıl,orucunu tut.Müslüman
Türk kızı gibi ol ! İslamı öğren,yaşa " dedi durmadan ...
İdam edileceği
gün ellerini bağlamışlar.Darağacına geldiklerinde ellerimi çözün diye bağırmış oğlum.Sebebini sorduklarında " iki rekat namaz
kılacağım " demiş.Ellerini
çözmüşler,namazını kılmış.Ellerini açıp sürekli Allah'ı zikrederek dua etmiş.İdamdan önce de
saatlerce Kur'an okumuş.Avukatı idamına gitmemiş. Nedenini sorduklarında " Böyle bir Allah
dostunun idam edilmesine dayanamam " diyerek cevaplamış.Asmışlar sonra oğlumu.Böyle can vermiş oğlum. Ne diyeyim ki başka
?
VATAN SAĞOLSUN
Çorum’un Alaca kazasından olup 32 yaşındaydı. Ankara Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Ankara’da cereyan eden bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştı. Yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde “idam”ına karar verildi. 27 Mart günü, sabahın ilk saatlerinde Mamak Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
İdam hücresi
Askerler, Fikri Arıkan’ı kaldığı hücreden alıp, “idam hücresine” götürdüler. Son arzusu arkadaşları ile helalleşmekti. Hücreleri tek tek gezip, “Hakkınızı helal edin. Bana bir fatiha okuyun, yeter” dedi. İdam edildiği gün tutukluların yanına giden askerler, “sakindi” dediler: Soğukkanlı davrandı. Kendisine “Bir isteğin var mı?” diye sorulduğunda “Vatan sağolsun” cevabını verdi. Mamak Askeri Cezaevi’nde hücreler tıka basa dolmuştu. 5 metrekarelik, içinde tuvalet ve banyo bulunan 2 kişilik hücrelerde 4’er kişi kalıyordu. Üstelik, bu ufacık mekanlarda geçmişte birbirlerine kurşun sıkan insanlar birlikte yaşıyorlardı. Askeri yönetim, kendince “Karıştır, barıştır” metodu uyguluyordu! Bu hücrelerde kalanlardan biri de Topraklık’taki “Çuval cinayeti” sanıklarından Fikri Arıkan’dı. Hücresi, A Blok, Tecrit 2 Arka Bölüm 9 numarada bulunuyordu. İdam cezasına çarptırılmış, infaz gününü bekliyordu.Meclis’te onaylandı.
Beklenen oldu. Arıkan’ın idam cezası Meclis’te onaylandı. Onay yazısı da Mamak Askeri Cezaevi’ne ulaştı.
Askerler, Fikri’yi kaldığı hücreden almak için geldiler.
İdam hücresine götürülecekti.
Mamak’taki “idam hücreleri” tek kişilikti. İçinde elektriği yoktu. Hükümlünün intihar etmesini önlemek için gerekli her türlü tedbir alınmıştı. Bu hücrelerin bütün duvarları deri ile kaplıydı.
Askerler, “gidiyoruz” dediler
Fikri, idama gittiğini anlamıştı. “Olur” cevabını verdi:
- Biliyorum, beni idam edeceksiniz. Ancak, izin verin de arkadaşlarımla son olarak görüşeyim. Onlarla helalleşelim, daha sonra gidelim. Askerler, bu talebi kabul ettiler. Fikri Arıkan, bütün hücreleri tek tek gezdi. Arkadaşlarının elini sıktı. Onlardan da haklarını helal etmelerini istedi. Fikri Arıkan, idama giderken bütün Ülkücüler demir parmaklıklara yapışmıştı. Buğulu gözlerle, O’nun koridordan çıkışını izlediler. Fikri, o geceyi “idam hücresinde” geçirdi...
27 Mart 1982’de idam edildi
Askeri yönetim, idam cezalarının infazında alabildiğine ısrarlıydı. Nitekim, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, 3 Ekim 1984’te Muş’ta yaptığı bir konuşmada “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” diyordu. O’nun bu sözleri sağda olsun, solda olsun bütün gençlerin belleklerinde yer etti.
Kimin haddine Allah'ın Aslanı Ali Bülent
Orkan'a acımak !
O bize acısın... O yağlı urgana değil, Hakk'a yürüdü...
Ali Bülent
Orkan'ı rahmet ve minnetle anıyoruz... Ruhun şad,
mekanın cennet olsun...
Mübarek Ramazan’ın gelişi ile
içimizdeki ümitler de canlanmış, ALİ BÜLENT ORKAN’ın akıbeti
hakkında olumlu gelişmeler beklemeye başlamıştık.
Hakikaten, mübarek Ramazan’ı gönül rahatlığı ve
huzur-u vicdan ile geçirmiş, yaklaşan mübarek
Kurban Bayramı’nın hazırlıklarını düşünüyordu. İlkbaharın
gelişi ile yeşillenen Hüseyin Gazi Dağı’nın
yamaçları artık kavruk sıcağın tesiri ile ala-kırmızı bir renk
almaya yüz tutmuştu. İşte, böyle sıcak bir Ağustos
ayının geceyarısı aldılar Ali Bülent’i... Tavizsiz ve ivazsızdı; eyvallahı
yoktu hiç bir kula. Takdir-i İlahi gün doğarken
tecelli etti: “Şehitler diridirler fakat siz farkında değilsiniz”
Yiğitler yiğidine sordu doktor;
-Bir rahatsızlığın var mı?
-Olsa ne olacak
doktor, iyileştirip öylemi asacaksınız?
-Usuldendir soruyorum.
-"Her şey usulden gidiyor zaten, usul usul yapılıyor
zulüm...
Ama ben de usulden
söyleyeyim, turp gibiyim gönül rahatlığı ile
asabilirsiniz!"
Ali Bülent ORKAN
13 Ağustos 1982
Rahmet, saygı ve
özlemle anıyorum.. Allahu Teala rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşaAllah..
Rahmetli Muhsin başkanın Kur'an'ında Yasin suresinin arasında bir
mektup. Ve yazan sözler;
"" Selamün
aleyküm başkanım ben ALİÇok
sevinçliyim. Aldığım idam cezası 1 hafta ertelendi.Ben 1 hafta
sonra öleceğim diye sevinmiyorum.Hatim indiriyordum yarım
kalmıştı. Onu tamamlamaya fırsat kazandım ona
sevindim!Benden ve benim gibilerden Yasin-i Şerif'i
esirgemeyin.Kaza oruçlarım vardı bitirdim sanıyorum aklım pek yerinde değil, belki Yasinleriniz bana şefaatçi olur.
Ali Bülent ORKAN
Aslen Bolu Mudurnu’lu olan Ali
Bülent Orkan, Ankara’nın Etlik-Aşağı Eğlence semtinde oturuyordu. İncirli
Lisesi’nde gece bölümü öğrencisiydi. 1980 öncesi meydana gelen bazı
olaylardan dolayı yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı.
Kapatıldığı Mamak Askeri Cezaevi’ndeki ölüm hücresinden
sabaha karşı alınarak götürüldüğü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin infaz bahçesinde sabaha karşı asılarak şehit edildi.
Ali Bülent Orkan, 13 Ağustos 1982 Cuma günü
sabaha karşı Ankara Ulucanlar cezaevi'nde asılarak şehit edildi... RUHU ŞÂD
OLSUN..
12 Eylül idaresi
tarafından idam edilen Cevdet KARAKAŞ’IN avukat
barolarından hiçbir avukatın savunmak istemediğini
ve karakaşın savunmasını kendi yaptığını biliyor muydunuz?
12 Eylül mahkemeleri
tarafından idam cezası verilen 17 yaşında ki Cevdet Karakaş yaşı büyütülerek 4
haziran 1981 günü sabaha karşı Elazığ kapalı cezaevinde idam edilmiştir.
CEVDET KARAKAŞ, Elazığ’ın bu mert
delikanlısı şehadetinden sonra sahip çıkanı olmadığı için
belediye tarafından “Garipler Mezarlığı”na
kaldırıldı. 12 Eylül adaletinin kanlı cellatları, vatan kurtaran komutanlar, Cevdet,
sehpada sallanırken Hilton Oteli’nin lobisinde eğleniyorlardı.
Tarihler 4 Haziran 1981 gününü
gösterirken sabaha karşı Elazığ
Merkez Kapalı Cezaevi’nde Ülkücü Hareket’e mensubiyet şuuruyla bağlı olmaktan gayrı
bir suçu olmayan Cevdet Karakaş’a
karşı hüküm verilmişti. Kalem kırılmış,
idam denilmişti. Aslı astarı olmayan, Elazığ’da bir avukatın öldürülmesinde faili meçhulü
ortadan kaldırmak isteyenler gözlerini Cevdet’e çevirmişlerdi. İşkenceler... Yine de
kabul ettirememişlerdi kendi işlemediği suçu Cevdet
Karakaş’a...
“Güllerin Solduğu Gün” isimli kitabında Yazar Ahmet Haldun Terzioğlu, Cevdet Karakaş’ı
şöyle anlatıyor: “Elazığ’lı bir yiğit Ülkücü. Ailesi,
ekmek için Almanya’yı ”Acı Vatan“ belleyenlerdendi. Aile orada kalmış, kendisi dönmüştü. Buraya dönmüştü
ama burası bir başkaydı. Tam bir alev topu! Tam kavganın
içinde. Memleket parsellenmişti adeta.
Girilemeyen sokaklar, mahalleler, okullar hatta kentler vardı. Kabul edilemez
bir ”kurtarılmış bölge“ propagandası ile ülkeyi işgale hazırlama
provası yaşanıyordu. Karşı gelenler de, düşman,
faşist ilan ediliyordu. Öylesine güçlü bir
karanlık yol harekatı yapıyorlardı ki basını büyük ölçüde ele geçirmişler, yayınları ile insanların beyinlerini
yıkıyorlardı. ”Gelince, gördüklerime şaşırdım
kaldım! Ne oluyor bu adamlara ?” dedim. “Bunlar ne istiyor?“ Dediler ki,
”Bunlar Türkiye’de kanlı bir devrim yapmak, Türkiye’yi komünist yapmak
istiyorlar.” İnanamadım.
Bu nasıl iş kardaş?
“Bu nasıl iş kardaş? Almanya iki parça
biliyorsunuz. Doğu ve batı.
Doğu komünist. Berlin’i ikiye bölen bir
duvar var! ’Utanç duvarı’diyorlar adına. Yüksek, kalın bir duvar. Tel örgülerle
çevrili. Silahlı askerlerin sürekli beklediği nöbetçi kuleleri
var üzerinde. Bunu kimler yapmış bilir misiniz ? Doğudaki komünist yönetim.
Peki, niye yapmışlar? İnsanlar
kaçmasın diye. Evet! İnsanlar komünist Doğu Almanya’dan kaçıyor. Peki, madem ki orası
cennet, neden kaçıyorlar kardaş?” Demek ki cennet
değildi orası. “Asıl cennet burası”
diyordu hep. Almanya’dan dönmüştü. Anlatıyor, alay ediyordu. “Sizde hiç akıl yok” diyordu. “Ah mümkün olsa da sizi şöyle belli bir süreliğine oraya göndersek! Çok değil! Yalnızca bir ay! Bir ay kalın bakalım komünist
bir ülkede, görün başınıza neler gelecek? Ben biliyorum ne
olacağını! Bir daha komünist olmaya tövbe edecek, imana geleceksiniz.”
Bir gün kendini hücrede buldu.
Yargılanıyordu ve hakkında idam isteniyordu. Bağırıyor,
baş kaldırıyordu. “Suçsuzum” Elazığ barosu karar almıştı.
Davasını üstlenmeyeceklerdi. Çaresiz kendi kendini savunacaktı mahkemede. Oysa ne umutlarla dönmüştü memleketine...
Alnımıza böyle yazılmış.
Ülkücü Şehidimiz Cevdet Karakaş'ı
rahmetle anıyoruz... Mekanın uçmağın olsun.
12 Eylül idaresi tarafından asılarak şehit edilen Cengiz BAKTEMUR’UN korkusuzca idam
sehpasına yürüyüşüne şahit olan ceza evi
personelinin.“Bizce şehittir o şehitlik mertebesine
ermiş birinin karı değildir severek ve koşarak
ilmeği boynuna geçirmiştir” dediğini biliyor musunuz?
CENGİZ BAKTEMUR, ağıtlar yakılan bir yiğit, ağlamak
yetmez ardından.. Şühedeya karışmadan önce tam bir iman ve ihlas abidesi idi. Yılmadı, yıkılmadı ve
asla boyun eğmedi din düşmanlarına... Onu asmaya götüren askerlerin başında
bulunan subay, belki de geleceğin en büyük hatasının kendine işlettirildiğini
hissediyordu. Çok geçmedi hemen o yıl başlarında doğunun isyanı
başladı... Denge olsun diye alınan Cengiz’in başı, büyüyor
büyüyor ama büyüdükçe uzaklaşıyordu.
Şehidim; İdam Sehpasına böyle
yürüdü. İki kere asıldı. Ölmedi, Ölmedi, Ölmedi... ŞEHİT Cengiz
Baktemur..Dualarla anıyoruz Allah rahmet eylesin Mekanın cennet olsun.
SON ARZUSU...Şehadete hazır olan Cengiz’e usulen son arzusunu
sordular...
-Bir bayrak ve
Kur’an-ı Kerim istiyorum!!!
Ortalık bir anda
hareketlendi. Görevliler dört bir yandan koğuşlara doğru koşmaya başladılar. Az sonra
birisi, elinde bir Kur’an-ı Kerim ile geldi. Cengiz, Kur’an-ı aldı ve 3 kere
öpüp başına koydu.
Koca cezaevinde bir bayrak
bulmak epey zor olmuştu. Nefes nefese gelen birinin getirdiği küçücük bayrağı Cengiz’e verdiler.
Sakin bir edayla dürülü olan bayrağı açan Cengiz, iki
eliyle kenarlarından tuttuğu bayrağı göğsü hizasına kadar
kaldırarak ileri uzattı ve sesli olarak:
-Ey benim şerefli bayrağım... Ben seni
dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama seni dalgalandırmaya gücüm
yetmedi... dedikten sonra öpüp başına koydu.
Kur’anı öperken ve
bayrağa hitap ederken darağacının önünde bulunan Cengiz’in bir yanında kement
ipi sarkıyor, bir yanında da az sonra üstüne çıkacağı tabure duruyordu.
İKİ KERE ASILDI CENGİZ...
Sonra daha önceden
hazırlanmış olan idam yaftası boynuna asıldı. Başında yünden örülmüş
bir başlık (külah) vardı. İdam yaftasını asarken bunu başından almak istediklerinde,
-Onu başımdan almayın. Onu cezaevindeki ülküdaşlarım benim için ördüler...dedi.
İnfaz komuta heyetinde gene bir homurdanma
oldu ama sonunda külahın başında kalmasına izin
verildi.
Cengiz, tabureye
çıkarken cellat da mecburen yanında belirdi. Yukarıdan sarkan kemendi telaş içinde Cengiz’in boynuna geçirip aceleyle tabureye
bir tekme atarak kaçtı. Karanlığın koyultusunda
saklanmak ister gibiydi.
Anlaşılmaz bir hırıltı kapladı ortalığı... Karanlığa benek benek düşen lambaların fersiz ışığında çırpınan, debelenen beyazlıktan başka her şey sanki taş kesilmişti. Ne kadar geçti
bilinmez, Cengiz hala can çekişiyordu. İçlerinden biri, içinde biriken nefesiyle avazının
çıktığı kadar bağırdı:
-Böyle bir işkence olamaz ... Tutun lan, kaldırın..!
Aynı duyguları paylaşan iki asker zembereğinden
boşanmış bir yay gibi atılarak
Cengiz’i ayaklarından tutup havaya kaldırdılar.
Az sonra bir köşeye sinmiş olan cellat bulunup
geri getirildi ve bu defa ipi Cengiz’in boynuna tam geçirmesi söylendi.
Ve... cellat, tekrar
tabureye tekme attı...
Cengiz, yağlı urganın ucunda hafif hafif sallanırken güneş ışıkları da ufuğu aydınlatmaya başlamıştı.
İSMET ŞAHİN (20 Ağustos 1981 Paşakapısı)
Allah şahidim,
asker öldürmedim İsmet ŞAHİN
"Yaşatmak İçin Can Veren Bir Kahraman"
İSMET ŞAHİN
Selimiye´den Maltepe Askeri Cezaevine sürgün olmuştuk. 1981 senesinin sonlarıydı. İsmet Şahin ve küçük kardeşi Ömer ile
A-Koğuşun da beraber
kalıyorduk. İdamların
süratle gerçekleştiği günlerdi... Şahin kardeşler son mahkemeye
çıkmışlar ve
bizde büyük bir merakla onları bekliyorduk... Nihayet gürültü ile açılan demir
kapılar felaketin habercisi olmuşlardı... İdam
cezasının tasdik olduğu
haberi aramıza bomba gibi düştü... İsmet Şahin ise oldukça
metin bir ifadeyle suçsuz olduğunu söylerken bir yandan abdest almak için banyoya yönelmişti... İSMET ŞAHİN
Selimiye´den Maltepe Askeri Cezaevine sürgün olmuştuk. 1981 senesinin sonlarıydı. İsmet Şahin ve küçük kardeşi Ömer ile
-Ben yapmadım bu olayı şahit olun, fakat bunu korkudan söylemiyorum darağacı da bana vız gelir, diyordu...
İdama gidene kadar hep masum olduğunu söyledi . Aramızda ki bir iki evli arkadaştan biriydi ve hepsi birbirine yakın yaşlarda beş-altı çocuğu vardı... O gün ailesiyle açık görüş yaptırdı Cezaevi Komutanı Albay Halit Katay...
Gardiyanlardan dinledim... 20 Ağustos 1981 Perşembe günü şafak vakti Paşakapısı Cezaevinde sehpaya çıkarıldığında ;
-Beni bu cellada değil bari bir askere bırakında, sandelyeyi o çeksin derken, orada hazır bulunan zevat buna müsade etmemiş, İsmet Şahin de kendine yakışanı yapmıştı. İpi boynuna takmışlar ama sehpada ayaklarının altında ki sandelyeye tekmeyi o vurmuştu...
Yusuf Ziya Arpacık
* * * * * * * * *
İsmet Şahin ve kardeşi Ömer Şahin ile maltepe cezaevinde tanıştım.
Şimdi Kardeşi maslak ta bulunan ayazağa mahallesinde.. ya oğlu, her gördüğümde sanki İsmet şahin i görür gibiyim..Unutmak İhanettir..
Lütfen bugün şehidimizin kardeşi ömer Şahin i tel den de olsa arayalım.
Tel: 0532 442 61 92 (Ömer şahin)
Yusufiyeli Cengiz Akyıldız.
17 Mart 1978 tarihinde Ömer bayraktar, Salih
ulu. Bahri bilge Cevat koca, Sinan koca isimli 5 ülkücü işçinin aynı anda dev yol militanları tarafından
katledildiğini Ümraniye oturan bu ülkücülerin hepsinin
Giresunlu olduklarını Sinan ile Cevat’ın kardeş
olduğunu Sinan Koca’nın henüz 10 günlük bebeği olduğunu biliyor muydunuz?
26 Mart 1988 Velican ODUNCU Türkistan’dan
Türkiye'ye göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1964 yılında dünyaya gelmişti Velican. 26 Mart 1988 gecesi dost bildiği can bildiği vurdu onu ellerinde şişlerle uykusunda saldırdılar O'na... Türkistan'ın has evladı
Velican Oduncu, 14 yaşında girdiği cezaevinden, 24 yaşında şehitlik mertebesinde
çıktı...
VELİ CAN KİM DEMİŞ EVVELİ CAN KEŞKE CANIM GİDEYDİ GİTMEYEYDİ VELİ CAN GÖRDÜ VELİ NE BİR GENÇLİK YAŞADI NE DE GÜN GÖRDÜ
VELİ BİR VELİ CAN DAHA YOK GEZSEN YEDİ DÜVELİ..
"Velican! Kim
demiş evveli can? Keşke
canım gideydi,gitmeyeydi Velican" İnadına Değil İnancından MHP'li
Ülkücülerdeniz
Velican Oduncu (d.
1963, Türkistan - ö. 26 Mart 1988,Gaziantep), ülkücü Yusuf Ziya Arpacık İle 1978 Yılında Girdiği
Cezaevinde 1988 Yılında ölmüştür.
Velican Oduncu,
Komünist Çin baskısı yüzünden anavatanını terk ederek Türkiye'ye kaçan
ailelerden birinin çocuğuydu. Velican henüz bluğ çağına geldiğinde, Türkiye'de sağ
ve sol olarak büyük bir ayrım yaşanıyordu. Komünist
düzenin Türklere yaptığı baskıyı çok iyi bilen bir ailenin çocuğu olan Velican ülkücülerin safında yer aldı. 14 yaşında bir genç olan Velican Oduncu, Pol-Der'li
polislerin yaptığı ağır işkenceler altında çok sayıda cinayeti üstlenmek
zorunda kaldı. Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri, Velican Oduncu'yu “ölüm
makinesi” olarak gösterdiler. Uzun süre çeşitli cezaevlerinde
yatan Velican şişletilerek öldürülmüştür.
Erhan Cengiz
18 yaşında olup Lise mezunuydu. Ailece İzmit'te oturuyorlardı. Olay günü, gece saat 22.00
sularında İstanbul- Şehremini'de, Başvekil caddesi Odabaşı
meydanında bir görüşme yapmak için girdiği telefon kulübesinde, 9 kızıl komünist tarafından
kurşun yağmuruna tutuldu.
Kalbine işaret eden kurşunla
iç kanama geçirerek Şehit oldu.
Ruha Şad Mekanı Cennet Olsun. Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız.
Zindan ve idamlardan
geçmek sünnettir bize
Bu yolun yolcusuyuz
peygamber örnek bize
Tarih tekrarlanır hep
budur tecrübe bize
Zindanın ehliyiz biz
Yusuf önderdir bize..
GÜN SAZAK ( 26.03.1932)- (27.05.1980)
Zamanın Ankara valisi
Vecdi Gönül, partinin koruma isteğine öylesine bir cevap
verir ki… Bu resmi bir ağzun aczinin ifadesidir.
“Resmen koruma
veremeyiz! Bu işe sıkıyönetim komutanlığı bakıyor. Bizim yetkimiz yok!”””
Duyunca gülümser Gün
Sazak…
“Daha önce bir bekçi
vardı beni koruyan!””” der istihzalı
bir sesle “Şimdi o da yok! Biz biliriz ki Allah’ın
takdiri ne ise o olur! İnsanı bekçiler değil Allah korur! Eğer yazılmışşa…”
Yiğit Ülküdaşları vardır onun. Her
biri çelik yürekli… Gençler, gönüllüdürler onu korumak için. Çünkü tehlikenin
farkındadırlar. Onu feda etmek etmek
istemezler. Yürekleri titrer Gün Sazak Bey’in üzerine. Değerldiir. Önemlidir. Genel Başkan Yardımcısıdır.
“Canımız sana feda. İzin ver seni biz koruyalım!”
Gözleri dolar bu vefa
karşısında. Bu sevgi içini sızlatır. İşte bu nedenle büyüktürler. Bu nedenle
yıkılmazdırlar. Bu nedenle eğilmez başları.. Ama olmaz ki! Yapamaz ki! O, kanunlara
saygılı, meşruyetçi.. Üstelik kul hakkından korkar.
“Beni koruma görevini
yapacak olanın, kanunlarımıza göre silah taşıması, ruhsatlı
tabanca sahibi olması gerek. Bunun tersini asla düşünemem. Hadi diyelim ki ruhsatlı silah aldınız. Ben
bir yakınıma, bir Ülküdaşıma beni koruma görevini nasıl veririm? Ona
nasıl
“Önüme geç de bana
gelen kurşunu karşıla!” derim? Bu hakkı
nasıl görürüm kendimde? Ya beni koruyan yiğide bir şey olursa! Ben nasıl bakarım Ülküdaşlarımın yüzüne? Onun hakkını nasıl öderim?
Böylesi bir yiğittir işte Allah’tan gelecek
her şeye, tevekkülle sahip çıkar.
Allah mekanını Cennet
eylesin. Allah rahmet eylesin.
Ama biz biliyoruz ki
Gün Sazak Bey’i Şehit edenlerle, bugün içte ve dışta Türkiye üzerinde oyunlar, aynı kirli merkezlerin
emrindeki kiralıklardır. Bu oyun bitmeyecektir ta ki Türk Milleti uyanana denk!
Ta ki tek yumruk, tek yürek olana denk…
Hainler asla başarılı olamayacaklardır!
Asla …
Çünkü Gün Sazak Bey ve
Ülkücü Şehitler, bir bayrak gibi dalgalanmaktadır
üzerimizde… Onların manevi varlığı bu kutlu davanın en
büyük garantisidir.
Bir ölür, bin
diriliriz!
Çoğalmamız bundandır!.
Ali Metin TOKDEMİR - Ahde Vefasızlık, İmansızlıktır
1959 Gümüşhane Kelkit doğumlu olan Ali Metin
Tokdemir, ilk ve orta öğrenimini
vatan toprağının
muhtelif bölgelerinde tamamlamıştır. Yüksek öğrenimini
Eskişehir İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi İşletme
Bölümü’nde tamamlayan Tokdemir, yüksek tahsilini sürdürdüğü yıllar boyunca
Ülkücü hareketin pek çok kademesinde yaptığı görevlerle Türk milliyetçiliğine büyük hizmetlerde bulunmuştur.
8 Aralık 1995 tarihinde 36 yaşında, geçirdiği elim trafik kazası sonrası kaldırıldığı hastanede Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
8 Aralık 1995 tarihinde 36 yaşında, geçirdiği elim trafik kazası sonrası kaldırıldığı hastanede Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Dündar TAŞER
Büyük Türk milliyetçisi,
dava adamı ve gönül eri Dündar TAŞER 1925 yılında Gaziantep'te doğdu.
Türk-İslam Ülküsü'nün örnek bîr şahsiyeti, yılmaz bir savaşçısıydı. Milletinin derin ve saf kültürü ile mücehhez, insan sevgisiyle dopdolu, asil davranışlarıyla, efendiliği ve engin kültürüyle, bilge bir dava adamıydı. MHP Genel Başkan
yardımcısı Dündar Taşer , 13 Haziran 1972 gecesi bir trafik kazası sonucunda ebedi aleme göç etti. Geri manevra yapan ekmek kamyonunun arkasından çarpmasıyla ağır bir şekilde yaralanan Taşer , kaldırıldığı Numune Hastane'sinde bütün çabalara rağmen kurtarılamamıştı. Acı haber kısa zamanda tüm Türkiye'ye ulaştı.
Cenazesi 15 Haziran 1972 Perşembe günü Hacı Bayram Camii'nde kaldırıldı.
Türk-İslam Ülküsü'nün örnek bîr şahsiyeti, yılmaz bir savaşçısıydı. Milletinin derin ve saf kültürü ile mücehhez, insan sevgisiyle dopdolu, asil davranışlarıyla, efendiliği ve engin kültürüyle, bilge bir dava adamıydı. MHP Genel Başkan
yardımcısı Dündar Taşer , 13 Haziran 1972 gecesi bir trafik kazası sonucunda ebedi aleme göç etti. Geri manevra yapan ekmek kamyonunun arkasından çarpmasıyla ağır bir şekilde yaralanan Taşer , kaldırıldığı Numune Hastane'sinde bütün çabalara rağmen kurtarılamamıştı. Acı haber kısa zamanda tüm Türkiye'ye ulaştı.
Cenazesi 15 Haziran 1972 Perşembe günü Hacı Bayram Camii'nde kaldırıldı.
18 Eylül 1979
tarihinde Adana’da 6 Ülkücü öğretmenin arkalarından
ateş açmak suretiyle şehit edildiğini Ahmet GÜLEÇ, Davut
KORKMAZ, Mülslüm TEKE, Yılmaz KIZILAY, Mustafa KARACA, Özcan DORUK isimli öğretmenlerin halen katillerinin bulunmadığını biliyor muydunuz?
.............................. ......
17 Nisan 1980 tarihinde Malatya belediye başkanı Hamit FENDOĞLU’NUN evine
gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu Hamit Fendoğlu kızı ve iki torunu şehit
edildiğini torunu olan selim bozkurdun fendoğlunun daha iki buçuk yaşında olduğunu küçük selim
bozkurdun babasının vatani görevini yaptığını biliyor musunuz?
............................. .......
5 Eylül 1979 yılında şehit olan Adem pekmezci isimli ülküdaşımızın henüz 15 yaşında
olduğunu biliyor muydunuz?
.............................. ......
Ülkücü şehit Ahmet EVCİMEN’İN bakır köydeki sürmeli otelinin önünde 20 den fazla
kurşunla şehit edildiğini biliyor musunuz?
Tokat’ın zile
ilçesinde kitap ve defterlerinin her sayfasında büyük ülkü devi Ertuğrul dursun önkuzunun ismini yazılı olduğunu ve mezarı önkuzunun yanında bulunduğunu ve ailesinden son istediğinin bu olduğunu biliyor musunuz?
Ülkücü şehitlerden Ahmet SARPKAYA’NIN kurban bayramının son
günü mahallerine baskına gelen komünist militanları fark edip durumdan arkadaşlarını haberdar etmek için evlerini dolaşırken açılan ateş neticesiyle öldüğünü ve 18 yaşındaki SARPKAYA’NIN sağır ve dilsin olduğunu biliyor musunuz?
.............................. ......
Uşakta dokuma işçisi olarak çalışan Alaattin GÜNDÜZ’ün doğum yapmak üzere eşinin yanına giderken
27 kurşunla şehit edildiğini gündüzün vefat ettiği gün bir oğlunun dünyaya geldiğini ve adının Alaattin olduğunu biliyor musunuz?
.............................. ......
Alican Karaosmanoğlu’nun 18 Haziran 1979 yılında mimar kemal lisesi öğrencisiyken şehitlik mertebesine
ulaştığını ve yaşının henüz 17 olduğunu
biliyor musunuz?
.............................. ......
6 Ağustos 1979 yılında şehitlik
mertebesine ulaşan Ali ÇETİN’İN vatani görevini asteğmen
olarak yaptığı sırada Kayseri’de bulunan ailesini ziyarete
gittiğinde şehit düştüğünü evli ve iki çocuk
babası olan çetinin komünist militanlar tarafından önce dişlerinin söküldüğünü sonra üzere asit
dökülerek bıçaklandığını ve sonra yakıldığını biliyor musunuz?
.............................. ......
3 Haziran 1980
tarihinde şehit edilen Ali KOÇ’UN henüz 18 yaşında olduğunu ve o yaşlarda kayseri ülkücü gençler derneğinin plevne mahallesi şubesi
başkanlığını yaptığını biliyor musunuz?
.............................. ......
Ali Osman DEVECİOĞLU isimli ülkücü şehidimizin yaşlı annesinin emekli
maaşını almaya götürürken çeliktepe’de komünist
militanların silahlı saldırınsa uğrayıp kafasına isabet
eden tek kurşunla olay yerinde annesinin kucağında şehit düştüğünü biliyor musunuz?
.............................. ......
Ülkücü şehitlerden İsmail TOMAÇ’IN 5
Haziran 1980 de Bursa’nın çınar mahallesinde kırtasiyeci dükkânında Kuran-ı
Kerim okurken komünist militanlar tarafından şehit
edildiğini İsmail TOMAÇ’IN yeni
evli ve 13 günlük bir bebeğinin olduğunu biliyor muydunuz?
.............................. ......
Mehmet ve Bahattin NAR
için 4 ağustos 1980 de mecidiye köy gülbagı mahallesindeki
bakkal dükkânlarına silahlı bir baskın düzenleyen komünist militanlarca kardeşiyle birlikte şehit edildiğini biliyor musunuz?
.............................. ......
Ülkücü şehit Mehmet akarsu’nun
Balıkesir gönende 3 Temmuz 1979 da şehit edildiğinde henüz 16 yaşında olduğunu biliyor musunuz?
.............................. ......
19 yaşındaki Orhan kadir öğütçünün
babasına ait işyerine baskın düzenleyen komünist militanlar
tarafından kurşunlanarak şehit edildiğini ve ağabey’in inde daha önce
şehit odluğunu biliyor musunuz?
.............................. ......
Sivaslı olup İstanbul’un fatihe bağlı
Çarşamba semtinde oturan 18 Kasım 1979 da ülkücü şehitler kervanına katılan Yaşar Canikliğilin Elazığlılar kıraathanesinde otururken genel kontrol
bahanesiyle pol-der li polislerce üstü arandıktan içeri giren bir komünist
militan tarafından şehit edildiğini
biliyor musunuz?
.............................. ......
Eşitlik olsun diye 12
Eylül idaresinin bir kahpesi kenan evrenin yüzünden Selçuk DURACIK, Halil
ESENDAĞ, Cengiz BAKTEMUR, İsmet ŞAHİN, Mustafa PEHLİVANOĞLU, Fikri ARIKAN, Cevdet karakaş, Ali Bülent ORKAN, Ahmet KERSE, olmak üzere dokuz
ülkücüyü asarak şehit ettiğini biliyor musunuz?
ÜLKÜCÜLER
Her Türk Ülkücüsünün içinde biraz dün, biraz
bugün ve biraz da gelecek vardır. Üç parçalı bir hayat… Bir yürekte üç düş!
Her Ülkücünün yüreğinin bir parçası Tanrı Dağları için atar. Bir büyük parçası da İslam’ın Yüce Peygamberi’nin ümmeti olmaktan
gururlandırdıkları, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in mekanı Hira dağı için… En son parçası ise Erciyes’in doruklarında
nefeslenir. Erciyes’i bekler.. Bir yürekte üç yürek. Her Ülkücünün yüreği, bu kutlu üçlünün doruklarının sevdalısıdır.
Vazgeçilmez bir
özlemdir. Ülkücü yüreğinde… Olmadık düşler içinde bulur kendini her Ülkücü. Bu düşlerle güçlenir! Beslenir! “Mete Han’ın hassa
ordusunun okçusu… Çin esaretine boyn eğmeyen Çiçi Han’ın
hemen sağ yanında vuruşan
yoldaşı Kürşad’la birlikte ihtilal
yapan kırk yiğitten biri, Türk Bilğe Kağan’ın kurt başlı bayrağını taşıyan bayraktar, Alparslan Ordusu ile Malazgirt’te
Anadolu’nun kilidini kıranlardan bir alperen, Söğüt’te
canlanan ruhun hizmetkarı, Fatih’le birlikte Bizans surlarını yıkan…”
Geçmişi özler!
Kuvvayi Milliye’nin
ilk fedailerinden… Musta kemal Atatürk’le birlikte kurtuluşun sancağını taşıyan Türk eri. “Muhtaç oldğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!.”
Geçmişi özlemek bir haktır. Ama bunu hak etmek
gerekir. Özleyecek bir geçmişin olması ne güzel.
Binlerce yıllık geçmiş ve özlem..
Ve Allah Ülkücüleri yarattı
Eğilmek ile Bükülmek
arasindaki fark Yiğit bir Ülkücünün sözlerinde gösterir kendini…
Aşk’ a eğilse de bükülmez dili…
ÜLKÜCÜLÜK; Türk olarak
yaratılmanın şükür secdesidir.
GÖNLÜMÜZDE TEVHİD,
VATAN VE BAYRAK... ÖVÜNÜRÜZ; FATİHLİ, YAVUZLU, SÜLEYMANLI'YIZ, CEDDİMİZE RAHMET BİZ OSMANLI'YIZ
ASLA BOYNUMUZU
ALLAHTAN BAŞKASINA EĞMEYECEĞİZ..!!! BİZLER ŞEREFLİ BİR BAYRAĞIN TAŞIYICISIYIZ... ÇÜNKÜ BİZLER
ÜLKÜCÜYÜZ...!!!
.............................. ......
Ben Ülkücüyüm... Maide
Sûresi’nde târif edilecek kadar Allah katında özel, Hz. Muhammed(s.a. v)’den
dualar ve övgüler alabilecek kadar güzel milletin mensûbu bir Türk’üm... “Benim
yegâne fahrim ve servetim; Türklüğümden başka bir şey değildir.” diyebilecek kadar Atatürk’çe Türk; “Ne mutlu
Türk’üm diyene.” diyenleri baş tacım edecek kadar
“Milletçi” bir Türk’üm.
Ülkücüler; Siz büyük
Türkiye'yi gerçekleştirecek olan Ülkücüler! ! !
Siz Oğuzların, Kür Şadların,
Alparslanların, Fatihlerin, Yavuzların, Abdülhamidlerin, Yunus Emrelerin,
Mevlanaların, Hacı Bektaşların, Sütçü İmamların,
Dilşad Sultanların, Nene Hatunların, Gevher
Nesibelerin, Malhun Hatunların torunları olan Ülkücüler;
'Gafillerin ardında
Allah'ı anan; kaçanların ardında vuruşan, ölüler arasında
diri olan gibidir.' Kutlu Peygamber sözünün muhatabı olmak için çalışın.
Yolunuz açık olsun.
Cenab-ı Allah, taşıyamayacağımız yükü omuzlarımıza
yüklemesin. Yüce Yaradan kendi dini için gayret eden herkese yardım etsin.
'Gençliğin acı haline'
'Öldün mü ey gençlik?
Eğer öldünse haber ver: ''Onlara hicviye yazan kalemim
sana da mersiye yazsın. Yahut ölmediğini ispat et ki, sana
olan büyük imanım sarsılmasın ve sana olan destanım boşa gitmesin.''
Arif Nihat Asya
12 Eylül darbesinde
Ülkü abidelerin destanı. Yapılan onca işkenceye karşı İman dolu Kalbinden
Vatan sevgisini çıkartamadılar.
"Devlet söz
konusu olunca... Akan Sular durur kardaş!" Akan sular
duruyordu ve ihtilalin sahipleri onları işkence ile vuruyordu.
Deselerdi ki;
"Ülkücüler! Eğer hepinizi asarsak bu devlet
kurtulacak!" Hemen karşılık gelirdi. Ülkücülerin istekleri ile inlerdi
memleket.
"Önce beni
asın!"
Devlet söz konusu ise,
Ülkücü canını feda etmeye hazırdır. İçeride asker, en düşük rütbeli er bile "komutanım" denilmesini
bekler, Ülkücüye eziyet etmek için fırsat kollar verilen yetki ile. Ama " Şu orduya kötü söz söyle!" deseler bir
Ülkücüye... Kızar size!
"Haşa ne haddime? Peygamber ocağı orası! Birkaç kendini bilmez için orduya kem söz
edilir mi?
"Ama işkenceler, kötü muamale, maddi ve manevi eziyet.
Yapılan suçlamalar, cezalar..."
"Ülkücü ise Olsun
bu ordu benim ordum! Türk ordusu... Bu devlet, bu zor coğrafyada yaşar mı bu ordu
olmazsa..."
Ne garip ikilem! Ne
garip sevgi.... Tek taraflı...
"Ülkücü ise
olsun! Eğer benim kanım üzere yaşayacaksa bu devlet, esirgersem namerdim!" der.
Ahmet Haldun Terzioğlu Güllerin Solduğu Gün Kitabından....
Onlar Hayatlarının
Baharlarında İkbal Peşinde Koşmayıp, Ülkelerinin Bölünmemesi İçin Can verdiler. Onlar Örnek Alacağımız Can Ülküdaşlarımız! Ahde Vefa
Bize Onlardan kalan Miras. Peygamberimize
Komşu Oldular.
Bugün Onları Rahmet ve
Minnetle Yad ediyor, şükranla Anıyoruz.
Şehitlerimizin aziz ruhları için bir Fatiha’yı
esirgemeyelim
VE BİNLERCE ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZİ UNUTMADIK VE
UNUTTURMAYACAĞIZ!!!
RUHLARI ŞAD MEKÂNLARI CENNET OLSUN… ŞEHİTLERİMİZ İÇİN EL FATİHA
Ey ülkücü hareket ey
ülkücü hareket bunları bil ama unutma!...
NE SİZLERİ UNUTTUK NE DE KAHPE
EYLÜL'LERİ... Benim Adım “Maalesef” Eylül
Allah yolunda
öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar hayattadırlar lakin sizler
hissetmezsiniz”(Bakara,154)
Bu Dava Uğrunda Can Veren Şehitlerimize Allahtan
Rahmet Diliyoruz. Ruhları Şad Olsun!! KİM DEMİŞ EYLÜLDE ÇİCEK AÇMAZ DİYE.
Asılarak Şehit Edilen 9 Ülkücü. Davasına Gönül verdiğim 9 Yiğit Abim.
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU (İdam Tarihi: 7.10.1980)
SELÇUK DURACIK (İdam Tarihi: 5.6.1983)
HALİL ESENDAĞ (İdam Tarihi: 5.6.1983)
FİKRİ ARIKAN (İdam Tarihi: 27.3.1982)
CEVDET KARAKAŞ (İdam Tarihi: 2.6.1981)
ALİ BüLENT ORKAN (İdam Tarihi: 13.8.1982)
AHMET KERSE (İdam Tarihi: 30.1.1983)
CENGİZ BAKTEMUR (İdam Tarihi: 2.5.1982)
İSMET ŞAHİN ( İdam Tarihi: 20 Ağustos 1981 )
Kimi idam kimimizde
vuruldu Bir öldüyse, binlercesi dirildi
Kaç kere bahtıma
zincir vuruldu Kim dedi, eylülde çiçek açmazmış!
Şehit olduk vatan millet yolunda Kuruttuk sandınız
daha dalında
Karın doyurdunuz köpek
yalında Kim dedi, eylülde çiçek açmazmış!
NE ŞEHİTLERİMİZİ UNUTTUK NEDE KAHPE EYLÜLÜ!...
"Uzun satırlar
yazdık acılar üstüne. Kısa satırlarda kaldı mutluluk.
Onu da parantezlere
bıraktık. Noktalar koymadık, virgülle geçiştirdik.
Anlatamadığımız dertleri üç ünlemle bitirdik.
Yazamadığımız şeyleri soru işaretlerine bıraktık.
"Mesela"
dedik kurduğumuz hayallere, "umut" dedik
ihtimallere,
"sevda"
dedik uzattık boynumuzu pamuktan ipliklere, "CAN" bıraktık."
NE KAHPE EYLÜLLERİ UNUTTUK NEDE SİZLERİ...
İlk Şehitten Son Şehide Ruhi Kılıçkıran'dan Cengiz Akyıldız'a
12 Eylül 1980 İhtilalinde Tutuklanıp 19 İdamdan Yargılanmış, 11 Yıl Taş Medreselerde Çile Çekmiş, Çıkar Çıkmazda Ocak Başkanlığı Görevi Verilen ve Çileye Devam Eden, Ardından Bir İş Kurma Girişiminde Bulunup Onuda Teşkilatı İçin Yarım Bırakan, Son Yıllarda da Teşkilatlarımızın Tüm Programlarında Şehir Şehir, İlçe İlçe, Fotoğraflarını Çeken ADAMDI…! Evet ADAMDI…! Cengiz AKYILDIZ…!Ruhun Şad Mekanın Cennet Olsun…
Akyıldız’ın “Cenazeme Beklerim” adlı paylaştığı o şiiri;
“Daha dün konuşmuştuk ama..” diyorsun….
“Ama nasıl olur!”lar çekip çekiştiriyor iki yakanı…
“Hiç beklenmedik bir ölüm!” bu, değil mi?…(Halbuki her an yanımızda)
“Vakitsiz”
“Erken!”
“Sürpriz!”
İşinize ara vereceksin bugün…
Neşenizi kaçırdım biliyorum.
Kocaman bir pürüz gibi duruverdim karşınızda..
Hızını kestim hayatının.
Dahası, üzerine alındınız.
Ölüm bize de yaklaşırmış dediniz..
Ölmesi kanıksanmış, öleceği gelmiş bir yaştayız artık.
Ölmüş olmasına şaşırılmayan bir adamım.
Bir baksana, ne değişti ki dünyada, ben eksildim diye…!
Boğaz Köprüsünde trafik akıyor hâlâ.
Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi ya yolların.
Ben öldüm bu defa…
Hayret, şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen…
Gitsem de gitmesen de farketmez bir cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda.
Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüme…
“Ölen biri çıkar bu şehirde her gün!” diye kanıksadığım
Adını bile sormaya zahmet etmediğin.
Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin.
Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte…..
Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler…
Aynı güneş gözlükleri.
Sıradan bir cenaze yani.
Ama bu cenazeye mutlaka gitmeliyim.
Seni bilmem ama beni bekliyorlar….
Ayıp olur, çok ayıp…
Davetlilerin yüzüne bakamam sonra.
Dediği gibi şairin, bir musallalık saltanatım bu benim.
Başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim….
Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım….
Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa.
Üzerine toprak atılan adamı..
Bir toprak yığının altında yüzü erimeye terkedilen adamı..
Hüzünlerin müsebbibi olacak adamı.
Ayakkabısının kendisini bekleyeceği adamı.
Elbiseleri evden çıkarılacak adamı.
Yatağı boş kalacak adamı.
Akşam eve dönmeyecek adamı.
Şehit kabirleri bekleyecek adamı..
Eve dönmesi beklenmeyecek adamı.
Sofrada yeri boş duracak adamı.
Adı telefon rehberinden silinecek adamı.(Cengiz Akyıldız)
Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı.
Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa bile hatıranın evinden hemen kapı dışarı edilecek adamı
Resmine bakıp bakıp da ağlanacak adamı belki.
“Adı neydi…. Hani…. şunu yapardı ya!” diye yokluğu normal bilinecek(Unutmak İhanettir) diyen adamı…
Soluk bir resimde mahzun bir
tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı.
Ben oynuyorum bugün…
Sahnedeyim.
BEN YUSUFİYELİ CENGİZ AKYILDIZ
Kaynakça :Destanlaşan Ülkücü Hareket “Şehitler Ölmez”
Onlar Diridirler - Remzi Çayır
Güllerin solduğu Gün - Ahmet Haldun Terzioğlu
12 Eylül’den Anılar, Mektuplar ve belgeler O Yıllar - Yaşar Okuyan
Mektup orijinalleri ve fotoğraflar - Araştırmacı Yazar Metin Turhan
Yusufiye.net
Harekat Saati Kürşat https://www.facebook.com/hareketsaati
RADYO BOZKURTLAR FM