27 Mart 2013 Çarşamba

Başbuğ Alparslan Türkeş 1917 'den 1997 Kara Gün 4 Nisan'a uzanan yolculuk



Başbuğ Alparslan Türkeş;

'' Gayemiz yalnız ve yalnız ALLAH'ın rızasını kazanarak, İslama, MÜSLÜMAN Türk milletine, MÜSLÜMAN Türk dünyasına hizmettir.

Bugün de bu aşkla bu gaye ile haraket halindeyiz. Cenab-ı ALLAH'ın rızasından başka gayemiz yoktur. O rıza için haraket ettik, o rıza için kol kola verdik, şehitler verdik, şehitlerimizin tabutlarını omzumuzda taşıdık ''

26.12.1992 - Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ


Mücadeleye adanmış bir ömür... 

İşkenceler, tabutluklar, sürgünler, sevinçler, üzüntüler...

      Yıllarca süren iç çatışmalar, verilen şehitler, her gün evlatlarım dediği genç çocukların cenazelerine katılmak zorunda kalan bir adam Alparslan Türkeş 27 Mayıs'ın kudretli Albayı, Ülkücü Hareket'in, Başbuğu. Dostu kadar düşmanı da vardı ancak düşmanlarının bile saygı gösterdiği bir kişilikti Türkeş. Zekası, otoritesi, karizması ve birleştirici özelliğiyle sadece Türkiye'de değil, tüm Türk dünyasında, Bilge Başbuğ olarak anılıyordu.

Elbette ömrünü Türkiye ve Türklük için harcamış bir insan hakkında söylenecek yüzlerce, belki de binlerce şey vardır.


      Yaşarken milyonların oy vermediği, öldüğü zaman değerli kabul edilen siyasetçilerimiz…
Rahmetli Alparslan TÜRKEŞ;
      Yaşarken ve partisinin başında uzun yıllar genel başkanlık yaparken tek başbakanlık görmeyen ama milyonlarca insana Türklük şuurunu aşılamış, milliyetçilik kavramını her daim dile getirmiş, dünyada sadece Türkiye’de değil başka yerlerde de Türklerin yaşadığını bizlere öğretmiş ve ne mozaiği ulen diye sert tepki göstermiş ve daha neler neleri ile her zaman gündemde kalmış Ülkücü fikrin babası…

      Yukarıdaki yazımızı okudunuz sanırım. Rahmetli Türkeş yaşarken verilen değeri sergiledim. Peki, şimdi milletimiz ne diyor? Türkeş yaşasaydı oyumu MHP’ye verirdim diyorlar. Hadi oradan. Madem yaşasaydı oyunu verirdin de, yaşarken neden vermediniz? Liderlerin kıymeti ölünce mi anlaşılıyor?

      Gelin elinizdeki siyasi parti liderlerini bir kez daha gözden geçirin ve değerlerini ölmeden anlayın. Yoksa bu günü bir daha bulamazsınız.


4 Nisan Karalar Bağladığımız Gün
  


KAR YÜZBİNLERİ DURDURAMADI

Türkiye'nin dört bir yanından Ankara'ya, liderlerini son yolculuğuna uğurlamak üzere akın eden MHP'lileri, yurdun büyük bölümünde, özellikle de Ankara'da hayatı felç eden soğuk ve kar yağışı engelleyemedi. Onbinler, zaman zaman tipiye dönen kar altında, "Türk ne yapar Türkeş'siz" sloganları ile yürüdü.

       Türk Bayrakları'nın yanısıra MHP bayrak ve flamaları çeşitli pankart ve dövizler yeraldı. Taşınan pankartlarda "Ruhun şad olsun. Türk'ün gerçek başbuğu", "Türkeş gibi lider yüzyılda zor çıkar", "Başbuğlar ölmez", "Yüreklerde yaşar", "Mekanının cennet olsun bilge başbuğu", "Yüce başbuğ ülkün ile yaşayacaksın", "Türk eşsiz Türk emsalsiz, Türk ne yapar Türkeş'siz", "Türk İslam aleminin başı sağolsun", yazıları dikkat çekti.



TÜRKEŞİN ARDINDAN SÖYLENENLER
        
 - Merhum Alparslan Türkeş’in ekranlarda nehir gibi akan defin töreni görüntülerini izlerken düşündüm : "27 Mayıs 1960 ihtilâlini yapan Millî Birik Komitesi’nin 38 üyesinden biriydi. Neden sadece o, bu tarihî görüntünün sahibi? Neden diğerleri değil?"

"...... iki inzibat erinin arasında, binanın alt katına doğru yol almaya başladık. Bir hücre kapısı açıldı.... Oraya kapatıldım. Penceresi yoktu. Tepemde 15 mumluk (watt) bir ampul yanıyordu."

      3 Haziran 1933’te İtalyan bandıralı Viyana gemisinden, Türkeş, annesi - babası ve kızkardeşi ile birlikte Tophane rıhtımına inmişti. Şimdi, aynı Tophane semtinde Askerî Tutuklu ve Cezaevi hücresine kapatılmıştı. Suç iddiası Turancılık’tı.

Hücreden tabutluğa ;

Bir süre hücrede yattıktan sonra, hastaneye gönderildi. Oradan tabutluğa. Sirkeci Sansaryan Han’daki tabutluğu şöyle anlatıyor :

      "Beton duvarlara oyulmuş gibi yerlerdi. Tabut şeklindeydi. Âdeta duvarlardaki dikey oyuklardı. Telefon kulübesinden çok küçük, ancak bir insan alacak kadar. Duvarlarında demirden mengeneler ve prangalar vardı. Tavan çok alçaktı. Bazılarının kapıları kapalı duruyordu. İçeriden inleyen insanların sesi geliyordu. İçeridekilerin kimi külçe gibi, kimi de üstüne abdest yapmış haldeydi."

Tırnağı sökülüyor :

      Türkeş’ten istenen, ihtilâl yapmayı amaçlayan bir sağcı örgütün militanı olduğunu itiraf etmesidir. Hücre ve tabutluk vız gelmiştir. İstenen itirafı Türkeş’ten söküp, aldırtamamıştır.

Türkeş, bu kez tırnağının sökülüşünü anlatıyor :

       "Acımasızca, parmaklarımdan birini yakalayıp, tırnağımı çektiler. Aslında, ben o görevlilere acıyordum. Yönetim, bizi faşistlikle suçluyor ama, tüm faşizan yöntemleri kendileri kullanıyordu. İçimden -bu da geçer yahu-diyordum.
      Emniyet Müdürü ansızın kapıyı açtı. İçerideki manzarayı gördü. Ardından, bir sağlık görevlisini yanıma getirdiler. Kanayan parmağımı ilaçladılar. Sardılar."

Öngörü

      Türkeş’i yoğuran ve oluşturan, elbette sadece cesareti, tahammülü, karşılaşğı şiddet değildi. Güçlü sezileri ile beslenen inançlarıydı.

Örneğin...

      Daha 1944’te... Mahkemede "Türk Birliği" tartışması yapılırken, Türkeş, mahkeme başkanı hâkime şöyle diyor :

      "Efendim meselâ, 1917’de olduğu gibi, 1965’te veya 1990’da, Rusya’da bir ihtilâl zuhur edebilir. O zamana kadar, Türkiye, harp endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur... Türkiye’nin de yardımı ile esir Türk devletlerinin birliğine doğru da yönelinebilir."

      Türkeş’in Turancılık’ı, Türk Birliği ideali tartışılabilir. Ancak, Sovyetler Birliği’nin çözüleceği ve Sovyetler Birliği egemenliği altındaki Türk Devletleri’nin serbest kalacağı tarih için öngörüsündeki isabet, çok dikkat çekicidir.

      Masamda bir taş var. Üzeri damgalı... İki Berlin’i birbirinden ayıran duvardan koparılmış. 9.11.1989 tarihini taşıyor. Sovyetler Birliği’nin fiili çöküşü, 1989’un sonu. Ve dikkat ediniz. Türkeş, Turancılık’tan yargılanırken, Sovyetler Birliği’nin çöküş tarihi olarak 1990’ı telâfuz etmiş. İki ay yanılmayla aynı tarihi öngörmüş. Kişileri liderliğe taşıyan, doğasındaki bazı üstün yeteneklerdir.

İnanmak ve inandırmak

      Ancak, gerçekten inananlar inandırıcı olabilir. Kızlarının adlarına bakıyorum....

Ayzıt..... Göktürkler’de fazilet ve güzellik ilâhesi....

Umay.... Göktürkler’de fazilet ve şefkat meleği.

Sevenbige..... Kazan’da hükümdarlık yapmış, yüksek ahlâklı bir bayanın ismi.

Selcen.... Dede Korkut hikâyelerindeki Selcen Hatun’dan geliyor. Anlamı, hamaratlık, güzellik ve fazilet.

Oğlu Tuğrul da, adını Türk büyüklerinden almış. Hayatının her boyutunda Türklük tutkusu ve heyecanı var.

      Köklü inancıyla yarattığı karizması, dalga dalga inanan kitleler yaratmış. Hayatının daha sonraki bölümlerinde de, karizmanın ilmik ilmik dokunuşunu görüyorsunuz.

      Türkeş’in elbette yanlışları da olmuştur. Hem de, küçümsenmeyecek yanlışları... Bunu acının şu sıcak günlerinde kimseyi rencide etmemek için geçiyorum.  Ancak.... Ayrıca insan ömrü, bir kronolojidir. Son yılları özellikle önemlidir.

      Çünkü, nihaî formasyonu ve sentezi yansıtır. Türkeş, son yıllarında bir siyaset bilgesiydi. Allah rahmet eylesin.
10 NİSAN 1997 - MİLLİYET GAZETESİ  GÜNERİ CIVAOĞLU

4 Nisan 1997

      İşte o insan ki hayatını vatanına,milletine, davasına bahşetmiş bir savaşçı.Bu yolda her türlü çileye,zorluğa,engele rağmen bıkmadan,usanmadan yorulmadan mücadelesine devam etmiş.O’nun yaktığı bu meşale ile bizler nice karanlıkları aydınlığa dönüştüreceğiz.Başbuğum sancağı bize teslim ederek uçmağa vardı. Bizler kutlu sancağı yere düşürmeden,kirletmeden nefesimizin yettiğince ileriye taşıyaçağız.

Rahat uyu Türk’ün Hakan’ı Ruhun şad olsun.
AT
İLLA YILMAZ


      Dini vecibelerini gösteriş ve propaganda yapmadan sessiz sedasız yerine getirerek yıllar önce hacı olmuştu. Kitleleri coşturmasını bilirdi. Onu en son iki ay kadar önce Marmara Grubunun Kıbrıs konusundaki toplantısında görmüş ve dinlemiştim. Doğduğu yer olan Kıbrıs için üzgündü fakat aynı zamanda çok gerçekçiydi. Türkiye tam ihtiyacı olduğu zaman çok değerli bir liderini zamansız kaybetmiştir, Cenab-ı Hakk’ın rahmeti Türkeş’in üzerinde olsun, hepimizin de başı sağ olsun.

YILMAZ ALTU
Ğ  12 NİSAN 1997 - TÜRKİYE GAZETESİ

Solcu olun, sağcı olun, dinci olun, ateist olun ne olursanız olun, ama önce Türkeş gibi mücadele adamı olun...
Siyasetçilere söylüyorum bunu... Hangi fikri ve felsefeyi benimserseniz benimseyin, ama inanç ve çizginizde, önce Türkeş kadar sağlam olun. 

Bu bir. 

İkincisi... Muhalif olun, muvafık olun, münafık olun, ne olursanız olun, ama önce Türkeş kadar vatansever olun.

RAUF TAMER/SABAH

"...senin yokluğunda sabrımız tartılıyor, Üstümüze kapkara bulutlar örtülüyor Gözümüzün önünde Ay-Yıldız yırtılıyor Türklüğün şerefi, şanı bayrağım, Aziz şehitlerin kanı bayrağım...'

 
Başbuğum!..
Sen yoksun diye topra
ğımızda bayrağımıza göz diktiler. Varlığımıza, dirliğimize, birliğimize göz diktiler. Onların her zamanki hali bu...

      Ben senin izinde, senin sevdana do
ğru, yani Türk-İslam Ülküsü yolunda yürüyorum. Evet hiç dönmediğim yolda eğilmeden, bükülmeden yürüyorum. Sen hiç merak etme Başbuğum...Şehitler hiç merak etmesin. Bayrak hiç düşmeyecek, bayrak hiç inmeyecektir.
Ruhun
şad, mekanın cennet olsun Başbuğum...
Ozan Arif.


      Bütün Türkiye, televizyonlarından seyretti. Alparslan Türkeş’in cenaze töreni için Türkiye’nin her tarafından yüz binlerce insan başkente koştu. En uzak ilçelerden, yurt dışından, otobüslerle, tren, uçak ve özel arabalarla gelenler, Türkeş’in cenaze töreninde bulunabilmek, bir millî birlik beraberlik dersi verebilmek için kar fırtınasında ve gece yarılarında Ankara caddelerinde yerlerini aldılar.

Böyle bir kalabalı
ğı Türkiye’de Türkeş’in cenazesinden başka hiçbir vesile toplayamaz, hiçbir güç bir araya getiremezdi.
AHMET GÜNER - 9 NİSAN 1997 – GÜNAYDIN


      Türk dehası en unutulmaz, en karanlık anlarında büyük kurtarıcı evlatlarını çıkarma imkanına sahiptir.  Öncelikle rahmetli başbuğumuz, bilge lider Alparslan Türkeş'i, hakka yürüyüşünü rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhu şad, mekanı cennet olsun… Başbuğ Alparslan Türkeş'i anlatmak için, önce onu anlamak gerekir…
Alişan Satılmış

      O bir 4 Nisan akşamı karanlığı yararak sessizce, bir derviş asaletiyle aramızdan ayrıldı. "Bir Nisan Şakası" yaptı sevenlerine. Milyonlar Ankara'ya aktı. Yağan kar insanların içinde yanan kor ateşi söndüremedi. O günden bugüne yıllar geçti.

Türk Milleti'nin Başbuğu!...

Sen gideli tadı tuzu kalmadı siyasetin. Bilen de konu
ştu, bilmeyen de koca koca meydanlarda!

"Çamur at izi kalsın" misali dü
şüncelerle yola çıkanlar, kervan başı oldu. Buz tuttu düşünceler!...

Türk Dünyası'nın Serveri Başbuğ!...

Türk illeri öksüz, hem de yetim bu günlerde… Gözya
şları oluk oluk akıyor. Bizimkiler taş kesilmiş, utanmadan bakıyor. Müslümanın akan kanı yürekleri yakıyor.

Acılı Gönüllerin İlâcı Başbuğ!..

Türk'ü Türk'e dü
şman etmek isteyenler revaçta…
Beyinlerin bir ço
ğu tatilde, ruhlar savaşta.
Geri kaldık kalkınmada, inançta.
Fikirler kök salmaz böyle kıraçta.

"Seni unutmadı bu necip millet
Fikirlerinle ya
şayacaksın elbet."

Mübarek ruhun
şâd olsun.

M.N
İHAT MALKOÇ


      Sadece Türkiye değil, Türk dünyası da ulu bir evlâdını kaybetti... 1917 yılında başlayan uzun, bereketli fakat çileli bir ömür son buldu... Türkçülük ile başlayan ve Türk-İslâm sentezi ile noktalanan bu büyük mücadelenin, asırlık çınarı, çadırın orta direği yok artık...


      Türk’e hüzün yakı
şmaz... Türk’e yas tutmak olmaz... Türk’e durmak yaraşmaz! Bize yakışan aldığımız emaneti ihlasla korumak, kıyamete kadar götürecek olan nesillere bozulmadan ulaştırmaktır...

      "Bütün nefisler ölüm acısını tadacaktır" ne mutlu iyiyi, güzeli, do
ğruyu, hakkı ve hakikati tavsiye edenlere...

      Türke
ş ailesine, Türkiye ve Türk dünyasına Başsağğı diler, ömrünü Türk-İslâm idealine bahşetmiş Alparslan Bey’e, Rabbimizden rahmet ve mağfiret niyaz ederiz... Başımız sağolsun!...

Dr. Veysel Gani  08 Nisan 1997 TÜRKİYE GAZETESİ

      Pazar günü Trabzonspor ile Fenerbahçe takımları arasındaki maçtan önce Alparslan Türkeş’in anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Tribünlerden yükselen şu ses, saygı duruşu kadar anlamlıydı :

"Ba
şbuğlar ölmez, vatan bölünmez."

      Türke
ş, her fâni gibi arkasında bir sadâ bırakarak ebedî istirahatgâha yol aldı. Allah rahmet eylesin... Yakınlarının ve sevenlerinin de başı sağolsun.

İDRİS GÜRSOY  9 NİSAN 1997 – ZAMAN

      Milyonlarca insanın gerçek anlamda "liderliğini" ve "önderliğini" yaptı. Bizim anladığımız anlamda sıradan bir parti başkanı değildi. Dikkat edilirse, bugünkülerin pek çoğu sıradan genel başkanlardır. Oysa "genel başkan" ayrıdır, "lider" ayrıdır.

      Türke
ş, partisinin genel başkanıydı ama aynı zamanda bir liderdi. Elinin altında büyük kitleler vardı. "Vur" dese vuracak, "Öl" dese ölecek kadrolara sahipti.
      Alparslan Türkeş’i seversiniz veya sevmezsiniz. Taparsınız veya nefret edersiniz. Ama kabul edin ki, yakın tarihimize damgasını vurmuş bir liderdi. Ülkesini seven bir Türk milliyetçisi idi. Ama ırkçı değildi.

Onun âni ölümü, sanıyorum Türk siyasetini epeyce sallayacak ve yeni geli
şmelere neden olacak. Allah rahmet eylesin.

EM
İN ÇÖLAŞAN  6 NİSAN 1997 - HÜRRİYET GAZETESİ

      Zaten "Şahinlerin Dansı"nda Türkeş’i ne denli çileler çektiği, iftiralara uğradığı, yanlış anlaşıldığı ve ihanetlere uğradığının ötesinde insani tarafları bir bir ortada.
      Bir dava, bir mefkure ve bir gönül adamı Alparslan Türkeş’in yerinin kolay kolay doldurulamacağı ve adının hiç unutulmayacağı, daima şükranla yad edileceği gerçeği, insana, biraz "itidal" veriyor. Yüce Allah, "Başbuğ"a gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet osun.

Türkân Akın  08 Nisan 1997 - TÜRK
İYE GAZETESİ

BOZKURTLARIN DOĞUMU
"Doğmak ölmek içindir"
"Dünyaya gelen her can, elbette ölümü tadacaktır."

      Türkler Müslüman olduktan sonra o Ergenekon Bozkurduna da İslam’ın ışığını gösterdiler. Onunla da heyecanlandılar ve kendilerine güven duydular. Gençler, ellerini bir bozkurt kafası gibi şekillendirerek : "Ya Allah! Bismillah" Allahuekber !" diye haykırdılar. Tekbirler çektiler. "Kanımız aksa da zafer İslamın!" dediler.

      Destansız, türküsüz, masalsız,
şarkısız, oyunsuz, tarihsiz, sanatsız, dinsiz ve dilsiz bir millet olmaz! Türkeş’in cenaze merasiminde bizim kültür değerlerimizi yeniden canlı ve heyecanlı görmek beni sevindirdi. Bana ümit verdi. Milletimize, devletimize, vatanımıza şuurla bağlı olan bir milyon Bozkurdun doğumuna şahid olmak, benim için unutulmayacak bir ihtişamdır. Milletime hem baş sağğı diliyorum hem de gözün aydın diyorum.

YAVUZ BÜLENT BAK
İLER  12 NİSAN 1997 - TÜRKİYE GAZETESİ

      Kar gece bastırdı, gün boyu devam etti. Ankara’nın kara tepeleri ağardı önce. Sonra çamlar, "bahar geldi" diye renk renk çiçeklerle dallarını süsleyen ağaçlar beyaz gelinliklerine büründü. Soğuk, dört bir yanı sardı. Ancak, bir büyük sevdanın adamlarını ne kar durdurdu, ne soğuk! Türkiye’nin kalbi nisan ortasında kara kışı yaşayan Ankara’da attı. Ankara, Ankara olalı, böyle bir gün görmedi!

      Yüzbinler Türke
ş’i sonsuzluğa uğurladı. (En az üçbuçuk milyon) Muhteşem uğurlamayı ekranda izlerken bir arkadaşın sesi duyuldu :

Yer, gök ağlıyor !

Bu büyük olaya Ankara’da, ya da ekranları ba
şında tanıklık edenler de gördü. Manzara gerçekten öyleydi. Gökten kar, yüzbinlerin gözlerinden de yaş yağdı.
CEYHAN ALTINYELEK  9 NİSAN 1997 - GÜNEŞ GAZETESİ

      Allah gani gani rahmet eylesin... Türk Dünyası’nın başı sağolsun... Allah Türk Milliyetçilerine sabırlar versin...
      Rahmetli Türkeş, sade bir parti başkanı değil, bir bilge lider, bir Başbuğdu. O bir yıldız, O bir ışıktı.  O’nun gösterdiği Işıkla Türklük Dünyası yoluna devam edecek, tıkandığı noktada O’nun fikirleri imdadımıza koşacaktır. Rahmetli bu feyzini bizlerden esirgemeyecektir. 
      Rahmete kavuştuğu ve naaşını defnetmeye hazırlandığımız bu günlerde, Türk milletine başsağğı, Rahmetliye Allah’tan bol rahmet ve O’nun davasına inanan, O’nun fikirleri ile büyüyen Türk milliyetçilerine "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" temenni ediyorum. Başta ailesi olmak üzere herkese, her Türk’e başsağğı diliyorum. Allah Rahmet Eylesin.

PROF. DR. VEYS
İ ASLAN  7 NİSAN 1997 - HERGÜN GAZETESİ
 






Türk  Dünyasının Bilge  lideri  Türk  Milliyetçiliğinin Kurucusu Başbuğ Alparslan  Türkeşin Hayatı

Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs’a sürgün edilir.

Yıl 1917 ve Kasım’ın 25'i, öğle vakti.. yer, Lefkoşe. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs’a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve esi Fatma Zehra Hanimin Ali Arslan adini verdikleri oğulları dünyaya gelir.

Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah’ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen..

Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asim Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanısıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adini adeta senin adin "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir.

Küçük Alparslan’ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşilada'mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

Yıl 1933 ve Alparslan’ın artik işgal altında, esaret altında yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım’ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve.. ver elini İstanbul...

Ailesi İstanbul’a yerleşince Alparslan’ın ilk isi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul’da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca’nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan Türkeş.
Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları baslar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.

Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana’sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl Hanım’la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir.

Yıl 1944 3 Mayıs.. Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta hem düşmana... hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.

Şâirin öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası baslar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş’te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.

Yıl 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği’nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı’daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.
Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada ... Üniversitesinde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.

1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydır.
Yıl 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli Albayı”dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.

Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım’da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş’in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.

Yıl 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek kurar.
Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karışğı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.

Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.

Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay’ında Genel Başkanlığına seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir.

Yıl 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.
İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.

Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler baslar.

1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mi tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.

Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçlerdi bir şeylerin yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.

Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.

12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekanlardır.
Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra teslim olur. Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi’nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder.

Tarih 6 Eylül 1987.. Yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ’a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.

Tarih 4 Ekim 1987.. Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir.

Tarih 20 Ekim 1991.. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.
Tarih 27 Aralık 1992.. Oniki Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.

Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4. Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.
Yıl 1997... tarih 4 Nisan...







Başbuğ Alparslan Türkeş’in Özlü Sözleri
Sözlerinden bir demet:

      Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır.

      Sizlere kolay bir basarî vaat etmiyorum. Kısa zamanda bir iktidar umanlar bizimle yola çıkmasınlar. Yolumuz uzun ve çetindir. Bu yolda karşımıza menfaat teklifleri, tehditleri ve daha bir yığın engel çıkacaktır. Bu çetin yola dayanabilecekler, bizimle gelsinler. Cesur olanlar, kuvvetli olanlar, gerçekken inananlar kafilemize katılsınlar. başbuğ TÜRKEŞ.

      "Yusuf İmamoğlu Türk İslam davasının ne ilk, ne de son şehididir. Aziz şehidimiz Yusuf İmamoğlu'nun ve diğer şehitlerimizin hesabı bir gün sorulacaktır." Başbuğ Türkeş (8 Haziran 1970 Marmara Öğrenci Lokali)

Ben Türk Milletini,

Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
şvet ve hile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,
Ahlâhtan mahrum bir hürriyete, tefecilige, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.

      Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlâk ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, ALLAH YOLU'na çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına ğeçmek üzere sıçramaya çağırıyorum.

      Türk Milletine Bizans‘dan geçme bir Hastalık vardır. Gevşeklik, lâubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele lâf söylemek...

      Bu hastalık sizde de var. Bu hastalığı tedavi etmeniz lâzımdır. Bu hastalığı tedavi edmezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi Hareket’te bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşğı edecekseniz, her şeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz.

Türk Milletini batıran, Bizans’ı batıran, Osmanlı İmparatorluğunu batıran hastalık budur.

 "Türk milliyetçılıği meşru savunma, yüksek insanlık duyğuları ve Türk Milletinin kendi tabii haklarının savunulması, korunması duyğusu ve iradesinin, şuurunun bir ifadesidir."

 "Biz aziz milletimize müreffah, kuvetli ve büyük bir Türkiye taahhüt ediyoruz; kendimizi millete adıyoruz.Ve Türklük yoluna başlarımızı koyuyoruz."

"Türk Devletinin yenilmez, zinde hayat gücü ve Türk Milletinin teminatı ve istikbali gençliktir."

"Milletler arasındaki mücadele şuurundan mahrum olan toplumlar başkasının boyunduruğu altına düşerler."

Milletler, yabancı kuvvetlerin ordularınca yok edilmeden önce manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına alınırlar."

 Türk aydınları için Batı'nın sığınması olmak bir ideal olarak benimsenmiştir. Milletimiz için bundan korkunç felaket düşünülemez."

 "Türkiye'nin yükselişi ithal fikirle olmaz. Hiç bir yabancı, Türkün menfaatlerini Türk Milletinin kendisi kadar düşünemez."

 "Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür."

 "Toprak bütünlüğümüzü devletimizin ve milletimizin bölünmezliğini hedef alan hainlere karşı Türk Milleti olarak ayağa kalkmalıyız."

 "Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş."




9 ışık Doktrini
1- MİLLİYETÇİLİK

Türk Milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk’tür. Her şey Türk milleti için Türk’e göre Türk tarafından sözleriyle özetlene bilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türk devletine sadakat ve hizmettir.

2- ÜLKÜCÜLÜK

İdealist kelimesiyle aynı anlamdadır. Ülkümüzün esasları Türk milletini ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması,yaşama ve ilimde teknikte dünyanın en ileri gitmiş milleti haline gelmesi, ekonomik açıdan kalkınmış, tarımda modern tekniği geliştirmiş ve modern sanayiyi kurmuş refahlı bir toplum haline getirme idealidir.

Ülkücülüğümüz : Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak, mutlu müreffeh hale getirmek, bağımsız özgür kendi haklarına sahip bir yaşama kavuşturmaktır. Ülkücülüğümüz bir macera fikri değildir. Biz ülkücülüğü daima gerçekçi olmaya ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye’yi hiçbir zaman tehlikelerle risklerle maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmasını esas kabul ederiz.

3- AHLAKÇILIK

Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak tabiat güçlerinin tesirlerinden en iyi şekilde yararlanılacak şekilde hareketlerini tanzim etmelerini sağlamaya yarayan kuralların toplamı ahlakı meydana getirir. Ahlakçılık her şeyden önce kişilerin ve toplumun milli ahlak kurallarına bağlı olarak yetiştirilmesi ve milli ahlak kurallarına bağlı olarak yaşaması ilkesidir.

4- İLİMCİLİK

Bir memleketin refahlı olması, güçlü olması her şeyden önce o memlekette yaşayan insanların ilimde, teknikte ileri bir seviyeye ulaşş olmalarıyla mümkündür. Karşılaşılan her olayın, önümüze getirilen her meseleyi gördüğümüz her işi önyargılardan ayrılarak art düşüncelerden sıyrılarak gerçekçi gözle görmek ve ilim zihniyetiyle bunu muhakeme etmek, değerlendirmek başlıca usul olmalıdır.

5- TOPLUMCULUK 

Her çesit faalietin toplumun yararina olacak sekilde yürütülmesi görüsüdür. Içtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayri bölüme kapsamaktadir. Iktisadi görüs olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet zararina kötüye kullanilmasina karsi olan bir görüsü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolunda bulunmasini öngörür. Sosyal görüs olarak sosyal adalet düzeni, firsat esitligi, sosyal güvenlik ve sosyal yardimlasma teskilati kurulmasini kabul eder.    


6- KÖYCÜLÜK

Köyleri tarim kentleri haline birlestirerek kalkindirmayi öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarilmasi ve ihtiyaci olan kiredi ve diger yardimlarin saglanmasi için kooperatiflesmeyi hedef alir. Bilhassa orman bölgesinde yasayan köylüleri öncelikle ve hizla refaha kavusturmak amacini güder.   


7- HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK 

Birlesmis Milletler Anayasasinda yazili bütün hürriyetlerin saglanmasini gaye edinmisdir. Insanlarin sahsiyet olarak gelistirilmesini toplumun kalkinmasi için yararli bir yol olarak kabul eder.   


8- GELÍŞMECİLİK VE HALKÇILIK  

Insanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli istemek ve aramakla gelisir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek suurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliginden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapilacak her iste halka dogru, halkla beraber olmayi ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz.  


9- ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNIKÇİLİK

Türk milletinin kalkinmasi için acele sanayilesmesi lazimdir. Dokuz Isik görüsümüzün esaslari gayet özet olarak bunlardir. 




Hiç yorum yok: