25 Mart 2012 Pazar

40 Kişiyle Çin Sarayını Basan KÜRŞAD İhtilali.



KÜR ŞAD VE 40 YİĞİT TÜRK

Kıraç Atanın Böğü Alp'e söylediği o söz. Bozkurtların Ölümü kitabından.

 Büyük günler geliyor... Kıtlık olunca ay paralanacak... Kara Kağan’ı öldürmeyeceksin... Onu tasa öldürecek... Bir ulu şehirde toplanmış kırk er görüyorum... Aralarında sen de varsın... Yağmur yağıyor... Irmağın kıyısında dövüşüyorsunuz... Budun kurtuluyor... Bin üç yüz yıllık ölümden sonra dirileceksiniz... Acunun batımına dek adınız gönüllerde kalacak...

 
          



KÜRŞAD İHTİLALİ 
YILLARCA ÖNCEYE - 
 “Siganfu sarayından Vey Irmağına kadar korku sarmıştı geceyi…
Tarihin nabzına kırk düğüm attık, kim çözer bu bilmeceyi…”

Irmağın kıyısında göğü delmiş kılınçları
Birlikte ant içmişler ölüm kutlu doğuşları
“SONUNA KADAR” Deyip saldırmışlar düşmana

Kutlu bir ihtilal dağıtmış karanlıkları

Her yan kan içinde , Yürekler kin içinde vuruşmuş Yiğitler özgürlük düşündeYıllar önceye, Dönsek O geceye olsaydık arkadaş, 
 KIRK YİĞİT KİŞİYE

Yamtar, Gökbörü, Yağmur, İl kaya, Sungur, Üç oğul, Utar, Kızılbuka Karaozan, Karabudak, Böğüalp ve Yumru KIRK YİĞİT O GECE ÖLÜMSÜZ OLDU

Her yan kan içinde ,
Yürekler kin içinde vuruşmuş
Yiğitler özgürlük düşünde
Yıllar önceye,
Dönsek O geceye olsaydık arkadaş,
KIRK YİĞİT KİŞİYE  Gurup Orhun


 

Bilge Kağan, Kürşat, Alparslan kimdir bilmiyorsan Sana öğretilen tarihi baştan silmelisin.

Bir "KÜRSAD" Gerek. "Sevda-ı Vatan" ruhu can atan, ve yalnızca Kırk çeri inandıkları yolda, ölüme yar gözü ile bakan. Kür Şad ve kırk çerisinin ınandığı yol ile yüceltsin bizi "YARADAN" Selam ve dua ile,
  
KÜRŞAD KİMDİR
Kür Şad Hüseyin Nihal Atsızın dediği üzere resmi unvanıdır ismidir. Asıl ismi şudur. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kahramanıdır. Hüseyin Nihal Atsız bozkurtların ölümü romanında onun bütün silah arkadaşları öldükten sonra Tanrılaşan bir savaşçı haliyle Tanrı dağına varışını yani şehit olmasını şu şekilde anlatmıştır.

1300 yıllı geçkin zaman sonrasında bile tekrardan hayattalar...
Türkün, ölümle imtihanı... Kürşad ve 40 Yiğit

Türklüğün esir olamayacağı gösterildiği bir olaydır tarih boyunca da esir edemediler ve bundan sonrada esir edemeyecekler. Ruhlarınız şad olsun mekânınız Tengri dağları olsun



Çin bir daha rahat yüzü görmedi. İzleri silinmeyecek korkunun gölgesinde yaşamak zorunda kaldı. Gecenin karanlıkları hep bir başkaldırının işaretince gölgeler kuruyordu. O kutlu geceden beri Çin, gölgelerden korkuyordu.  

Kür Şad’ın ve kırk yiğidinin gölgesi…

Yazık ki o gölgeleri bugün biz arar olduk!
Hem aynı yerde hem uzaklarda…
Destanlara muhtaç olduk!

“Kür Şad” adını unutulmaz kılan destanı yazan bilgenin ruhu, bu adın tarihi yazıtlarda geçen gerçek karşılığının, “AŞİNA CHİE-SHİH-SHUAİ” adlı Türk soylusu olduğunun açıklanmasından, onun yaşadığı çağın bütün gerçek yönleri ile anlatılmasından elbette kut bulacaktır.

Kür Şad’a ad veren, onu destan kılan ve unutulmazlara erdiren Ulu Bilge Nihal Atsızın ruhuna kut ile ithaf olunur…  Ahmet Haldun Terzioğlu
  
40 KİŞİYLE ÇİN SAYRAYINI BASAN KÜRŞAD – KÜRŞAD İHTİLALİ. TÜRK EVLADI OKU!...



   

     Kürşad, 621 senesinde Çinli eşi İ-çing Katun tarafından zehirlenerek öldürülen Doğu Göktürk Devleti kağanı, Çuluk Kağan'ın küçük oğludur. Çuluk Kağan'ın ölümünden sonra kardeşi Bağatur Şad, Kara Kağan adını alarak hükümdar oldu ve ağabeyinin Çinli eşi ile evlenerek Ötüken'deki Türkler arasında huzursuzluğa yol açtı...


    Bir tarafta Çinliler, diğer yanda da Sırtarduş Bayurku, Dokuz Oğuz, Uygur gibi Türk boylarının Göktürklere başkaldırıp savaşmaları ve ayrıca İ-çing Katun'un Ötüken'de esir durumda yaşayan Çinli azınlığa destek çıkarak bunların zenginleşmesini sağlaması sayesinde giderek zayıflayan ve kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkler, 629 senesinde Çinlilerle yaptıkları savaşta tuzağa düşerek yenilince Doğu Göktürk Devleti yıkıldı.



    Başta Kara Kağan ve Kürşad olmak üzere binlerce Göktürk Çinlilere esir düşerek Çin'in başkenti Siganfu'ya götürüldüler ve orada kendilerine tahsis edilen bölgede yaşamaya mecbur edildiler. Türkleri asimile edebilmek amacıyla Göktürk soylularını hassa ordusunda subay olarak görevlendiren Çinlilerin bu taktiği bir işe yaramamış, Türkler bağımsızlıklarına kavuşup yeniden devlet kurmak amacıyla fırsat kollamaya başlamışlardır.


    Kürşad da Çin hükümdarının ordusunda subay durumundadır fakat kılıcını milletinin özgürlüğü için çekeceği günü beklemektedir. Esaretin beşinci yılında Kara Kağan kahrından ölür. Esaretin onuncu yılında, yani 639 senesinde, Bozkurt soyunun en büyüğü konumundaki Kürşad durumun iyice kötüye gittiğini görerek kırk çerisi ile birlikte ihtilal yapmaya karar verir.


    Geceleri kılık değiştirerek Siganfu sokaklarında tek başına dolaşma adeti olan Çin hükümdarı Tay-tsung'u yakalayarak rehin almaya ve bu sayede Çin sarayına girerek orada bulunan Kürşad'ın ağabeyinin oğlu Urku Tigin'i kurtarıp, toplayabildikleri kadar Türk ile birlikte Ötüken'e giderek tekrar devlet kurmaya, Urku Tigin'i de kağan ilan etmeye karar verirler.





    Bu uğraşta başarılı olurlarsa budun kurtulacak, başaramazlarsa da dökülecek kanları geride kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Fakat ihtilal için harekete geçtikleri gece sağanak halinde yağan yağmur yüzünden Çin hükümdarı sarayından dışarı çıkmaz.


    İhtilali ertelemenin sakıncalı olacağını düşünen Kürşad, kırk çerisiyle birlikte Çin sarayına yürür, amacı sarayı basarak hükümdarı esir almaktır.
   
     O gece Yamtar eve çok geç döndü. Gök Börü’nün karanlık odasından hafif bir ses geliyordu. Yamtar, pencereden giren ay ışığının biraz aydınlattığı odaya sessizce yaklaşıp baktı: Andası yüzünü doğuya döndürmüş, ellerini göğe kaldırmış oldupu halde yavaş yavaş yakarıyordu:


  
 
    Tanrım yarın için bana güç ver. Öcüm yağıda kalmasın. Budun tutsak olmasın. Tanrım eşimi alıp on iki yıldır gönlümü kara kıldın. Gözlerimi alıp on yıldır dünyamı karanlığa saldın. Yüksünmedim. Yarın için bana ululuğunu saç. Savaş bitinceye kadar gözlerimi aç! Kana kana vuruşayım. Doya doya çarpışayım. Can gövdeme yük oldu. Bir umudum sende kaldı. Sonsuz karanlığımı aydınlat! Sönmez ışığından bir damlasını yoluma fırlat! Ocağımı söndür de budunu yaşat! ... 

Tanrımcan senin olsun, gözlerimi ver! Yıllarca neler çektim, kimse bilmedi. Gözlerim ışık aradı, ama bulamadı. Gözsüz at koşturdum, gönül tat almadı. Her şeyden vazgeçtim. Yalnız bir savaşlık ışık ver. Tanrım Göğün rengini, güneşin parlaklığını, gecelerin süsü olan yıldızları, yeşil ağaçları, hattâ arkadaşlarımı, yakınlarımı, oğlumu bile gösterme. Yalnız ben dövüşüp ölünceye kadar yağıyı göster. Sadağımdaki ok, kolumdaki güç, damarımdaki kan tükeninceye kadar yağıyı göster...


           Büyük gece gelip çattı:

    Kür Şad, yapılacak saldırışın bütün inceliklerini tasarlayıp son buyruklarını verdikten sonra konçuyunun yanına geldi. Ona her zamankinden daha sert bir sesle:

   - “Konçuy! Bu gece budunu kurtarmak için kanlı bir iş yapacağız. Ölürsem bildiğin gibi yap” dedi.

   Sonra onun yanaklarından öperek çocuklarını çağırdı. Sarılıp kucakladı.

    Evinden çıktığı zaman yüzüne çarpan serinlikte başını göğe kaldırdı. Bulutlar umulmadık bir hızla koşuyor, rüzgâr beklenmedik bir sertlikle esiyordu. Kür Şad’ın kaşları çatıldı. Çabuk adımlarla yürüyerek saray ahırlarına doğru yöneldi. Ahırlardan iki yüz adım kadar ilerde birbirine dikey iki duvar vardı. Yarıda kalmış bir yapının duvarları olan bu iki duvar, iki üç ağacın da yardımıyla kendi arasına sığınanları çevredekilerin gözlerinden saklıyacak bir sığınak gibiydi. Kavşıt (randevu) orada olacak. Yarım kalmış duvardan bakınca saray ahırlarını, Çin kağanının her gece geçtiği yolu görmek kabildi. 

      Kür Şad oraya varırken yağmur çiselemeğe başlamıştı. Kendinden önce kavşıta gelenler yere diz vurarak onu selâmladılar. Şimdi kimi duvarların dibinde, kimi ağaçların altında sessiz, hareketsiz bekliyorlar, bir yandan da havada bulutlar çoğalarak evreyi karartıyor, her kısa anda bir iki kişi daha gelerek Kür Şad’ı selâmladıktan sonra bir kıyıya çekilerek sessizce duruyordu.

     Kür Şad vaktin geldiğini hesaplamıştı. Arkadaşlarını adlarıyla çağırarak yoklamağa başladı:
 
- Binbaşı Bögü Alp!
- Buyur!

- Yüzbaşı Yamtar!
- Buyur!

- Yüzbaşı Yağmur!
- Buyur!

- Yüzbaşı Üçoğul!

Kür Şad bu seslenişe cevap alamadı. Bir an sustuktan sonra tekrarladı:

- Yüzbaşı Üçoğul!

Yine cevap yoktu. Üçoğul gelmemişti. Üzerinde durmıyarak yoklamağa devam etti:

- Onbaşı Gök Börü!
- Buyur!

- Onbaşı Ay Kutluk!
- Buyur!

- Onbaşı Emen!
- Buyur!

Şimdi sıra yeni onbaşılara, Kür Şad’ın onbaşılık verdiği genç Türk beğlerine gelmişti:

- Onbaşı Sungur!
- Buyur!

- Onbaşı Göktaş!
- Buyur!

- Onbaşı Barmaklak!
- Buyur!

- Onbaşı Kızıl Buka!
- Buyur! 

- Onbaşı karabudak!
- Buyur!

- Onbaşı Çıgay Börü!
- Buyur!

- Onbaşı Tanrıvermiş!
- Buyur!

Beğler bitmiş, sıra karabuduna gelmişti:

- Kara Ozan!
- Buyur!

- Gümüş!
- Buyur!

- Yumru!
- Buyur!

- İl Kaya!
- Buyur!

- Çağrı!
- Buyur!

- Kalalduruk!
- Buyur!

- Utar!
- Buyur!

- Tunga!
- Buyur!

- Küçlük!
- Buyur!

- Ilaçın!
- Buyur!

- Yeke!
- Buyur!

- Arbuz!
- Buyur!

- Abı!
- Buyur!

- Turumtay!
- Buyur!

- Tuğrul!
- Buyur!

- Çobayıkmış!
- Buyur!

- Kaban!
- Buyur!

- Toluk Tüge!
- Buyur!

- Alp Aya!
- Buyur!

- Çengşi!
- Buyur!

- Öküş Kara Açkı!
- Buyur!

- Yığaç!
- Buyur!

- Kutan!
- Buyur!

- Yırım!
- Buyur!

- Badruk!
- Buyur!

- Tokuş!
- Buyur!

    Yoklama bittikten sonra bir an, çıt bile çıkmadan bir susuş oldu. Sonra Kür Şad’ın biraz öfkeli gibi dikleşen sesi yükseldi:

- Yüzbaşı Üçoğul!

Üçoğul hâlâ gelmemişti. O zaman Kür Şad onu oğullarına sormağa karar verdi:

- Onbaşı Karabudak!
- Buyur!

- Baban nerede?
- Bilmiyorum Şad!

- Onbaşı Kızıl Buka!
- Buyur!

- Sen de bilmiyor musun?
- Bilmiyorum Şad!

     Artık karanlıkta birbirlerinin yüzlerini seçemiyorlar, ancak karaltılarını görüyorlardı. Deminden beri Üçoğul üzerinde kafa yoran Bögü Alp, günlerdir içini kemiren şüpheyi Kür Şad’a açmak için yaklaştı:

   - Kür Şad! Son günlerde onu bir Çinlinin evine geceleri girerken görmüştüm. Olmaya ki...

   Bögü Alp sözünü tamamlamadan sustu. Bir Türk beği hakkındaki kuşkularını açığa vurmaktan utanıyor, fakat bu kadar önemli bir anda her hangi bir umulmadık tuzağa düşmemek için de her tedbire başvurmağa kendisini mecbur sayıyordu.

   Karanlıkta Kür Şad’ın sesi yeniden yükseldi:

- Yüzbaşı Üçoğul’un nerde olduğunu bilen var mı?

Bir ses cevap verdi:

- Biraz önce kendisini gördüm.

- Nerde gördün?

    İhtilâlcilerin en yaşlısı olan altmış yaşındaki Badruk, Yüzbaşı Üçoğul’u gördüğü yeri birkaç sözle anlattı. Burasının, geceleri evine girdiği zengin Çin tüccarının dükkânı olduğunu Bögü Alp ve Yumru anlamışlardı. Kür Şad’la Bögü karanlıkta bakıştılar. Şimdi karar vermesi için Kür Şad’ı bekliyorlardı.

    Yağmur artmıştı. Rüzgâr pek sert esiyordu. Böyle bir gecede Çin kağanının sokağa çıkmasına imkân yoktu. Üçoğul da burada bulunsaydı Kür Şad, yapacakları işi birkaç gün sonraya atabilirdi. Fakat şimdi durum değişiyordu. Ya bir ihanete uğradılarsa?... Kür Şad uzun boylu düşünmedi. Kesin bir sesle arkadaşlarına:

   - “Çin kağanı bu gece sokağa çıkmıyacak. Onu tutmak için biz saraya saldıracağız” dedi.

      Kırk kişi oraya zaten ölüme kadar çarpışmağa and içerek gelmişlerdi. Onlar için, sokakta tek yaverler giden Çin kağanını tutsak etmekle, binlerce çerinin koruduğu saraya saldırmak arasında hiçbir ayrım yokru. Yaptıkları işin büyüklüğüne, kendilerinden yüzlerce yıl sonra gelenlerin şaşacağı da akıllarına gelmiyordu. Bildikleri tek şey Türk şerefini kurtarmak için pusata davrandıkları idi.

      Kür Şad başına tulgasını geçirmiş, en çok okla iş göreceğini bildiği için, ağırlık yapmasın diye zırh giymemişti. Bögü Alp da zırh giymemiş, fakat kılıç ve yaydan başka kemerine iki bıçak takmıştı.

     Yamtar’ın iri kalkanı yanında idi. Kolunun altında bir de çok ağır taş vardı. Bu taşı demir kapıları kırmak için kullanacaktı. Kendisi gibi güçlü olan Yumru’da da böyle bir taş bulunuyordu.

     İçlerinde hem tulgalı, hem zırhlı, hem de kalkanlı olan yalnız Gök Börü idi. Gözleri görmediği için onu baştan başa savunma pusatlarıyla donatmışlardı. Fakat Gök Börü dün geceki yakarıştan sonra gözlerinin yağıyı gördüğüne inandığı için yanına sadak ve yay almasını da unutmamıştı.
   
 

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında yüce dileğe doğru yürüyen kırkbir Türk yiğidi sarayın kapısına vardıkları anda cenk başlar.



Yüzlerce Çinli askeri öldürürler ama binlercesi üzerlerine saldırmaya devam eder. Göktürklerin bir kısmı sarayın içinde savaşırken şehit olur, sağ kalanlar ise Kür Şad'ın önderliğinde saraydan çıkarak Vey ırmağına doğru ilerlerler, niyetleri ırmağı geçerek Ötüken'e doğru at koşturmaktır. Ama sağanak halinde yağan yağmur yüzünden yükselen sular köprüyü sürükleyip götürdüğü için karşıya geçemezler ve peşlerinden gelen Çin ordusu ile son kez cenke tutuşurlar.

  
  

Binlerce Çinli askere karşı savaşan bir avuç Türk yiğidi peş peşe uçmağa varırlar. Sadece Kürşad sağ kalmıştır, tek başına Çin hükümdarlığına karşı savaşmaktadır. En sonunda O da şehit olur fakat elinde kılıcıyla atının üzerinde durmaktadır, öldüğü halde yere düşmemiştir... Kürşad ölmüş fakat yenilmemiştir...

   
Kürşad ve kırk çerisinin yaptıkları ihtilalden sonra korkuya kapılan Çinliler, Siganfu'daki bütün esir Göktürkleri mecburen serbest bırakırlar. Göktürkler kırküç yıl boyunca dağınık bir şekilde yaşarlar, bazı Göktürk soyluları yeniden devlet kurma girişiminde bulunsalar dahi başarılı olamazlar... Fakat 682 senesinde Bozkurt başlı sancak tekrar kaldırılır ve Kutluk Şad (İlteriş Kağan) ile Bilge Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti'ni kurarlar.

"Kür Şad, ölmüş Çinli yığınları üzerinde tek başına Çin kağanlığına karşı vuruşuyordu. Yalın kılıçtı. Börkü düşmüş, kaftanı parça parça olmuştu. Göğsü açıktı. Göğsünden, alnından, yanaklarından, boynundan kan sızıyor, fakat o yine vuruşuyor, dövüşüyor, çarpışıyordu.

O şimdi yarı tanrı gibi bir şeydi. Ölümü de başka türlü olmalıydı. Kırk kahraman birer birer düştükten sonra o hâlâ ayakta idi. Uzun saçları omuzlarında uçuyor, gözleri kıvılcımlar saçıyor, kolu yıldırım hızıyla kalkıp iniyor, her inişte bir Çinliyi deviriyordu.

En sonra ölüm kızı onun eline bir sağrak sundu. Kür Şad bu acı sağrağı gözünü kırpmadan içti. Atının yelesine kapandı. Başını dayadı. Sağ elinde kılıç hâlâ sımsıkı duruyor, sol eli sarkıyordu.

Kür Şad ölmüş, fakat attan düşmemişti." Ölmüş, fakat yenilmemişti...

KÜRŞAD ATANIN ARDINDAN


1300 yıllı geçkin zaman  sonrasında bile  tekrardan hayattalar...
 Türkün, ölümle imtihanı...

 
 TÜRK budunu yasasin diye kiyamete dek ...Birleşti Burada Kirk Yûrek..


  Bilge Kağan, Kürşat, Alparslan kimdir bilmiyorsan Sana öğretilen tarihi baştan silmelisin.
   Haritada Virgül Kadar Olan Memlekette Devrim Yapan Che'nin Değil,
Milyarlık Çin'de İhtilal Yapan Türk, Kür Şad'ın Ruhunu Taşıyorum..!!!
Kanı TÜRK olanın tek ülküsü KUTLUKŞAD gibi yaşayıp KÜR ŞAD gibi ölmektir...


Ya Kutluk gibi yaşa, ya da Kürşat gibi öl,

“Kim Derdiki O Etten Ve Kemik'den di
Topu Topu 40 KisiLik OrduSu iLe
Koskoca Cin OrduSunu Yendi..”
Yanardağ ruhlu,çelik iradeli kahraman.

    Türklüğün esir olamayacağı gösterildiği bir olaydır tarih boyuncada esir edemediler ve bundan sonrada esir edemeyecekler.Ruhlarınız şad olsun mekanınız Tengri dağları olsun.

 Bilirler'di niçin dogdular,,nerde ôlecekler'di..
At ûstûnde dogmuslar'di yerde ôlecekti..
ilk kez Yaya dôgûseceklerdi....

    Isırıyordu Rüzgâr, Kirbaçliyor’du Yağmur Kan kokuyordu karanlığın kara dişlerin'de. .Kurtuluşun Tûrkûsû uluyordu BOZKURTLAR'in YAY Kirişlerinde.

Ya Kutluk gibi yaşa, ya da Kürşat gibi öl,
Tarihte yoktur, görülmedi emsali yeri,
Başta Komutan Kürşat, dört yanında kırk çeri,
Çin’in sarayını basarak, girdi içeri,
Kahramanca savaştı, oldu Türk’ün önderi.


 Delinse yer; çökse gök; yansa, kül olsa dört yan
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmıyan;
Ölümle eğlenen tunç yürekli Türkleriz!...



O sarayda bulunca Tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da “Kür şad” uzatarak elini;
“Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun! ” diyecek.



 KAHRAMANLIK

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir kahramanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık:
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir...
 Hüseyin Nihal ATSIZ





Hiç yorum yok: